Ahmet İnsel

‘Ortaklığı baştan bozamayız!’

26 Kasım 2016 Cumartesi

Gülen cemaatinin yargıda hâkim duruma geçmesi, 2010’da anayasanın bazı maddelerinde yapılan değişikliğin halkoylamasında kabul edilmesini izleyen, HSYK seçimleri sayesinde oldu. Konuyu unutmuş olanlar olabilir, hatırlatalım. Anayasa değişikliği paketinde on bir HSYK üyesinin hâkim ve savcıların oylarıyla seçilmesi öngörülmüştü. Seçim liste usulüyle değil, bireysel adaylıklar biçiminde olacak, her seçmen bir adaya oy verecekti. Yanılmıyorsam aynı seçim yöntemi Danıştay ve Yargıtay için de uygulanacaktı. Bu seçim yöntemine CHP itiraz etti. AYM itirazı haklı buldu. Her seçmenin on bir isim seçebilmesi gerektiğine hükmetti. Anayasa değişikliği AYM’nin değiştirdiği biçimde halkoyuna sunuldu.
Her hâkim ve savcının sadece bir adaya oy vermesi, gizli liste oluşturulsa bile, seçmenlerin yüzde 25 veya 40’ını oluşturan bir çevrenin, seçimlerden tulum çıkarmasını engelleyecek bir önlemdi. Bu seçim yönteminin yararını o dönemde Tarhan Erdem ve birkaç kişi ısrarla anlatmaya çalıştı ama anlaşılamadılar. Ben deTarhan Bey’in bu ısrarının önemini doğrusu o zaman anlamamıştım.
AYM’nin CHP’nin itirazını kabul etmesi, iktidar kanadında panik yarattı. YARSAV üyesi hâkim ve savcıların kendi aralarında oluşturacakları listeyle, 2500-3000 oyla HSYK’nin seçilen üyelerinin ezici çoğunluğunu kazanacakları korkusu sardı. Zaten CHP’de bu nedenle itiraz etmişti. Buna karşı önlem, Adalet Bakanlığı’nın girişimiyle bir karşı liste hazırlanmasıydı. Yıllarca bakanlığın personel müdürlüğünü yapmış, Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur gayriresmi bir liste örgütledi. Gülen cemaatinin bu listede büyük ağırlığı oluşturduğu, o zaman şehir efsanesi olmaktan öteye giden bir gerçek olarak yayılmaya başladı. Ortada resmen bir liste olmadığı için, 2010 Ekim ayında yapılan seçimlerde “bakanlık listesi”nden tam kaç kişinin seçildiği belli değildi elbette. Ama YARSAV tehdidi bertaraf edilmiş, Demokrat Yargı’dan da kimse seçilememişti! Gülen cemaatine yakın sosyal medyada “büyük kapı açıldı” türünden mesajlar dolaşıyordu. HSYK iktidar blokunun bütünüyle denetimine o tarihte girdi. Ardından hükümet Yargıtay ve Danıştay üye sayılarını artırdı ve yeni HSYK’nin seçtiği kişiler buraları doldurdu.
Bugün FETÖ/PDY yapılanması soruşturmasında şüpheli olan ve tutukluluktan kurtulmak için itirafçı olmayı seçen o dönemin bazı HSYK üyelerinin savcılık ifadelerinin gazetelere yansıyan bölümlerini okuyunca, AKP ve Gülen cemaatinin nasıl girift bir iktidar bloku oluşturdukları tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Tam bir koalisyon ortaklığı söz konusu. Açıkça sayı pazarlıkları yapılıyor. HSYK eski başkanvekili Ahmet Hamsici (Hürriyet, 16.11.2016), bu pazarlık toplantılarını anlatıyor. Cemaat’in HSYK’deki temsilcilerinin Yargıtay’a 80 cemaatçi üye seçilmesini yeterli bulmayıp 160’da ısrar etmeleri karşısında Müsteşar Ahmet Kahraman’ın “ortaklığı baştan bozamayız, önümüzde dört yıl var, anlaşın” dediğini aktarıyor. Ama 2010 HSYK seçiminde nasıl liste oluşturulduğu konusu basına pek yansımıyor ya da bu soru sorulmuyor şüphelilere.
Sabah gazetesinde yayımlanan (15.11.2016) eski HSYK üyesi ve FETÖ/PDY soruşturmasında şüpheli, itirafçı Kerim Tosun’un söyledikleri de bu bilgileri teyit ediyor. 18.11.2016’da Hürriyet’te yayımlanan Yargıtay üyesi, itirafçı Necmi Özer’in, kardeşi HSYK üyesi Nesibe Özer’le ilgili söyledikleri de 2010 seçimlerinin AKP-Gülen gayriresmi listesi olarak hazırlandığını gösteriyor. Nesibe Özer’in kendisine yönelik iddialarını yanıtlamak için İbrahim Okur’un itirafçı olmak için müracaat ettiği haberi dün basında yer aldı. Bakalım oradan ne çıkacak?
İtirafçıların ifadelerinin basına çok küçük bir kısmı yansıdı. Basına yansımayan kısmında ne olduğunu bilmiyoruz. Ayrıca itirafçı olmaları nedeniyle, ifadelerinde iktidarın talep ettiği yönde bilgiler vermeleri ve bununla yetinmeleri büyük ihtimal. Bütün bunlara rağmen, gerçek o kadar açık ki, FETÖ/PDY davaları ilerledikçe, şu 17/25 Aralık miladının, zaten hukuken olmayan geçerliliği, işe yaramaz olacak.
İktidar, “uysa da yaparım, uymasa da” demeye devam edip bütün bunları umursamayabilir. Ama 2010 yılında Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın söylediği iddia edilen “ortaklığı baştan bozamayız” cümlesini, “Ne istediniz de vermedik?” nidasıyla yan yana getirince apaçık ortaya çıkan '62u gerçeğin üzerini daha ne kadar örtebilecek?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları