Stockholm izlenimleri

27 Kasım 2016 Pazar

Devasa büyüklükte 300 yıllık bir Viking gemisinin tüm ihtişamıyla göz aldığı Stockholm Vasa Müzesi’ndeyim. Geminin aşağısında kurulmuş masalarda, Alman parlamento üyeleri, Avrupa Birliği’nin insan haklarıyla ilgili çalışanları ve İsveç’in Alternatif Nobeli olarak adlandırılan dünyanın her yerindeki mazlumlarla ilgili çalışmalar yapan kişi ve kurumlara verilen (The Rigth Livelihood) ödülünü hayata geçiren vakıf üyeleri.
Geminin güvertesinde, kara saçları yüzünün hüznünü örtemeyen kırmızılar içindeki bir kadın çığlık çığlığa içindeki acıya herkesi ortak kılmaya çalışıyor. Nadin Al Khalidi onun adı, Iraklı, savaşta önce babasını, ardından annesini ve erkek kardeşini yitirmiş. Şimdi bu soğuk kentte, bir sessiz çığlık gibi dolaşıyor.
Büyülenmiş gibiyim. Evet, bir haftadır, Kuzey’in bu soğuk kenti Stockholm’deyim. Ne kadar çok özlemişim, 200 yıllık binaların ses geçirmez odalarında yatmayı, 300 yıllık lokantalarda yemek yemeği. Sanki zaman durmuş ve ben bir Ingmar Bergman filmindeyim. Türkiye ne kadar da uzak, Zeynep Oral’la birlikteyiz. Bu yıl Cumhuriyet gazetesine “korkusuzca araştırmacı gazetecilik” örneği verdiği, baskı, sansür ve ölüm tehditlerine boyun eğmeden fikir ve basın özgürlüğünü savunduğu için verilen İsveç’in alternatif Nobel’i diye adlandırılan The Rigth Livelihood (doğru yaşam) ödülünü gazete adına almak için buradayız. Ödülü Suriye’de hangi dine, hangi ırka bağlı olduğuna bakılmaksızın insanları savaş alanından uzaklaştırmayı amaçlayan ve 3000 gönüllüsü bulunan Suriye Sivil Savunma örgütü (Beyaz Kasklılar), Mısırlı kadın haklarını savunan sivil toplum kuruluşu Nazra’nın kurucusu Moizn Hassan, Rus insan hakları savunucusu Svetlana Gannuşkina kurduğu “İnsan yardımı” örgütüyle paylaşıyoruz. Zeynep’le de konuları paylaştık.
Ödül alan Mısırlı aktivist Moizn Hassan bizimle birlikte değil, çünkü ülkesinden çıkmasına izin verilmiyor. Zaten burada konuştuğumuz tüm insanlar Zeynep ve benim, nasıl olur da buralara gelebildiğimize şaşırdıklarını söylüyorlar. Biz de bu soruya şaşırıyoruz, biz Türkiyeliyiz bizde her şey olur.
Doğrusu şu bir haftada hiç olmadığı kadar televizyon programına çıktım. Radyolarda konuştum, İsveç Kültür Bakan yardımcısına, ülkemizin tatlılarını sunarken, doğrusu Avrupa Birliği’nin ilişkileri dondurmasının en çok ülkemizdeki kültür alanını etkileyeceğinden, böylece Avrupa’dan alınan fonların kesileceğinden söz ettim. Özellikle de plastik sanatlar ve sinema bundan etkilenecek. Bu durumun iktidarı değil, kültür alanını cezalandıracağını açıkça söyledim.
Parlamenterler yemeklerde hem Zeynep’e hem bana en çok şu soruyu soruyorlardı. Ülkenizdeki fikir özgürlüğü kısıtlamalarına karşı bizler ne yapabiliriz? Kişisel olarak ben Batı’nın sürekli baskı yaparak, iktidarı daha da kızdırdığını düşünmüyorum. Türk halkı da bundan mustarip, pek çok kişiden duydum: “Arkadaş biz ne Suriye ne de Irak’ız, bize ne yapacağımızı söylemesinler!” Şöyle diyelim, Türkiye’de Batılıların bir türlü kavrayamadıkları yepyeni bir politik tarz var. Beğenin beğenmeyin! Bu tarzla başka bir biçimde uzlaşılabilir. Örneğin, mülteci meselesi, şu anda tüm Avrupa’nın kâbusu. Ve bu kâbus, Avrupa ülkeleri tarafından oturulup adam gibi çözülmediğinden, bizim hükümetin elinde Avrupa’ya karşı önemli bir koz olarak görülüyor. Ayrıca Avrupa Birliği’nin en güçlü ülkesi Almanya’da Türklerin çok parası var, gerçekten bir anda bu para çekilebilir ve zaten çok zor bir ekonomik dönemden geçen Avrupa Birliği çökebilir. Vallahi bunları söylediğimizde parlamenterler harıl harıl not almaya başladılar. Biz mi çok zekiyiz, onlar mı Avrupa’nın uzun süren rehavet döneminde iyice gevşemişler?
Neyse ben yeniden Nadin Al Khalidi’nin şarkılarına dönüyorum. Anlatacak oldukça önemli gözlemlerim var, onu da bir başka yazıya bırakıyorum. Malum ben kuralları sevmem ama gazetemizin kısa yazı kuralına uymayı, bir etik sorun olarak görüyorum, alıp başımı gitmek bana yakışmaz. Üstelik de sıkıcı oluyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları