Pınar Öğünç

‘Her yıkılmış ev bizim için mezar’

28 Kasım 2016 Pazartesi

Ayakta kalmış cami oradaysa, o zaman sokak şuradan geçiyordu, sağa dönünce üç bina vardı... İnsanın oturduğu sokağı, içindeki kişisel eşyalarıyla birlikte evini dümdüz bulması, bağırmak isteyip ses tellerinin düğümlendiği kâbus sahnelerine benziyor. Şırnak'ta 14 Mart'ta başlayan sokağa çıkma yasağı çatışmaların bitiminden sonra da uzayarak tam sekiz ay sonra kalktığında kentte sadece en küçüklerinden sayılabilecek birkaç mahalle ayaktaydı. Gerisi düzlenmiş bir moloz yığını.
Şırnaklı avukat Ramazan Demir, gitti, kendi ve akrabalarının evini bulmaya çalıştı, tepesinde büyüdüğü ağaçları aradı. Şu ara tüm Şırnaklıların yaptığı gibi.


Ufalanmış beton parçaları arasında kardeşinize ait test kitabı sayesinde evinizi bulmuşsunuz. Nasıl bir gündü o gün?

Boş gözlerle bakıyorsun etrafa. Öfke mi, üzüntü mü, çaresizlik mi, bilemiyorsun. O test kitabının dışında, bizim mutfak dolabının parçaları, babama, bana ait bir şey, bunları da gördüm molozların arasında. Bu kadar ağır bir şeyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Yine de iki arkadaş “Düşersen tutalım” diye yalnız bırakmamıştı beni. Düşmedim ama bir an beynim durur gibi oldu. Yıkımın büyüklüğü karşısında sen ufacık kalıyorsun, inanamıyorsun. Biz vahşet, yıkım görmemiş insanlar değiliz. Şırnak'ta 92'yi yaşadık. Zulümle büyüdük zaten. Ama bu sefer başka bir şey var. Tamam havan topu geliyordu, ama dönebileceğin bir ev vardı. O zaman evimiz tek katlıydı; havan topunun açtığı çukuru sığınak yapmıştık mesela sonra.

‘Piyanist’teki gibi

18 Ağustos 1992'de Şırnak dört gün bombardıman altında tutulduktan sonra, dedenizin evine gidip hayattalar mı bakma işinin size kalışı, yıkık dökük Şırnak'ı dokuz yaşında bir çocuk olarak yürüyüşünüz hakkında bir yazı yazmıştınız. 2016 yılında dümdüz Şırnak'ı yürürken o günkü Ramazan geldi mi aklınıza?

Tamı tamına aynı güzergâhı yürüdüm. O zaman yıkık dökük de olsa görebildiğim bir şeyler vardı. Bu sefer hiçbir şey yok. Mahallen, evin, dümdüz. Bunu anlatamıyorum kimseye. Dört duvardan bahsetmiyorum sadece, her dut ağacında, asmada, komşu duvarında bir anın, hissin var. Şimdiyse baktığın yerde boşluk. Evler yok, okul yok, o gün kaçtığım fırın yok. “Piyanist” filminde vardır öyle manzaralar ya da Halep'te, Beyrut'ta... Şimdi sosyal medyada görüyoruz, Şırnak'ı da Toledo yapacaklarmış galiba. O janjanlı binalar bazılarına hoş görünebilir ama hiçbir şey ifade etmiyor benim için.

Yıkımın ekonomisi, bu güvenlik politikasına dair ne anlatmalı?

Ortadaki ciddi rant bunun planlı olduğunu gösteriyor. O şunu yapacak, bu bunu yapacak, insanlar ölürken projelendirmiş, üzerine çok düşünmüş bir akıl var. Duyduğum kadarıyla en azından bir kısmını da yerli sermayedarlar yapacakmış. Her zaman devlet desteğini, kamu ihalelerini almış, almaya devam eden birtakım Kürt işadamları. Bu da insanın içini acıtıyor. Her yıkılmış ev mezar bizim için. Mahallemizde genç kalmadı neredeyse. Fizikî yıkım dışında, bitmeyecek bir yas halinden de söz ediyorum.

Karşınızda “Hendekler açılmasaydı bütün bu anlattıkların başınıza gelmeyecekti” diyen biri var, ne cevap verirsiniz ona?

Tam dün başıma geldi. Görüşe gittiğim cezaevinde birkaç ay önce bulunduğum için beni tanıyorlar. Bir infaz koruma memuruyla konuşurken mesele Şırnak'ın yıkımına geldi, “Ama hendekler...” dedi. Teknik olarak devletin o hendeklerle mücadele etme hak ve yetkisi var. Bozulduğunu düşündüğü kamu düzeninin tesis etmek için hukuki araçlarını kullanır. Fakat şehrin iki kilometre dışına obüsler kurup her yeri yıkmak, uçaklarla bombalamak dışında o hendekleri bertaraf etmenin yolları vardı. Savaş silahları kullanılarak hendek mi kapatılır? Bir şehri tamamen silmek ne demek? Tehlikeyi kendince bitirdin, öc alır gibi şehri dümdüz etmek ne? O gardiyana da bunları anlatıp “iki dakika tefekkür et” dedim. “Belki alakası olmayan, belki o hendeklere karşı bile olan birisin, çatışmalardan dolayı evinden çıkmak zorunda kalıyorsun ve döndüğünde her yer dümdüz. 10 çocuğunla şimdi enkazın başındasın, bir düşün...”

Gardiyan ne dedi?

Bir şey demedi. Bunun için kimseyi ikna etmek zorunda da değilim. Fakat bir hukukçu olarak bilgim ve görgümle ceza hukuku bağlamında bunu bir suç olarak nasıl temellendireceğimi bilmiyorum. O kadar ağır ki, verili hukukumuzda bunu tanımlayan bir suç bile yok. Tek başına devletin verdiği zarar diyemezsin, sadece görevi ihmal değil, mala zarar verme olarak tanımlayamayız. İnsanlığa karşı suç vasfını kazandığını düşünürsek, uluslararası mahkemelere oradan götürebiliriz.

Yıkım gören diğer il ve ilçelerde zarar görenlerin mağduriyetlerini gideren mekanizmanın ağır işlediğini duyuyoruz. Yıkımı en büyük oranda olan Şırnak'ı bu açıdan ne bekliyor?
Halihazırda yürüyen telafi mekanizması açısından, devlet terörle mücadeleden doğan zarar şeklinde karşılayacak. Para vermeyecektir, “Ev yapacağım size” diyecektir. Detayları bilmiyoruz ama o evleri de bedavadan değil, borçlandırarak verir. Yüzde 70-80'i bu borçlandırma planına ayak uyduramayacak, karşılayamacak insanlar. Maddi zararın dışında, çektiğin elem, keder, manevi zarar kanunda tanımlanmıyor bile. Mahvedilmiş bir hayat için bir de borçlandırılmadan söz ediyoruz. Devletin “Böyle yaparsanız böyle olur” tarzı intikam alma tavrı burada da sürüyor. Bunu servis ederken bir de ne kadar kucaklayıcı bir anlayışla yürüttüğünün reklamını yapıyor. Bütün bunların ne kadar anlaşıldığından emin olamıyorum. Bu kadar hiçbir şey yokmuş gibi davranılması insanın içini acıtıyor. Şırnak, halkının tamamıyla ortadan kaldırılsaydı dahi yine bir şey olmayacaktı. “Ne olursa olsun biz artık bir başımızayız” duygusu artık insanlarda var. Bunun öfkesini kendi siyasetçisine, çevresindekilere de yöneltiyor ama Türkiye'nin Batısı mı diyelim, o yana dair hiçbir beklenti kalmadı artık.

'Yarattığınız hukuksuzluk canavarı sizi de yutacak'

Neden avukat olmak istediniz?
Lisedeydim, çok retorik olacak ama bir şeyleri değiştirebilmek ya da hesap sorabilmek için galiba.

Bugün yaptığınız işe dair böyle bir inancınız var mı?
Özellikle son dönemde öyle şeyler gördük ki. O kadar motive, o kadar hukuk bilmez bir akıl var ki karşında, sen AİHM, AYM, uluslararası hukuk, norm, verili hukuk anlatıyorsun, adamda hiçbirinin karşılığı yok. Polis de, savcı da, hakim de seni alırken o kadar bellemiş ki. O boşuna konuşma hissini, bir inançsızlık, umutsuzluk nüvesi olarak söylemiyorum, ama gerçekten boşa konuşuyoruz. En basit hukuk kuralını bile uygulamadan derdest etmiş, benim bunu neden yapamayacağına dair saatlerce konuşmamın, mevzuatı, en iyi örnekleri sıralamamın hiçbir kıymetiharbiyesi bulunmuyor o an için. O insanı tutuklanmaktan alıkoyamıyor; etki edemiyoruz. İlk kez işimle ilgili böyle bir şevksizlik geldi bana. Bir şey değiştiremez halde olduğumuzu, bunu kabullendiğimiz için anlatmıyorum ama durum bu. Zamanında KCK hakim ve savcılarına söylediğimizin aynısı söylüyoruz: Bu hukuk güvencesizliği, yarattığınız hukuksuzluk canavarı bir gün sizi de yutacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir tava bir kepçe 19 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları