Dârülharp yurdu

03 Aralık 2016 Cumartesi

Adana’da küçücük çocukların yanmasına neden olan yurdun, Süleymancılara ait olduğu belirlenmiş.
Süleymancılar, Nakşibendilerin bir koludur.
Araştırmacı İsmet Zeki Eyüboğlu’na göre; Nakşibendiler, İslamla yetinmezler, yeni bir İslam dini kurmayı amaçlarlar. Tapınma, gelenek ve uygulama açısından “görünüşte” Müslümandırlar.
Nakşiler, kadın eli sıkmazlar, kadınla konuşmazlar. Bir ülke Nakşi inançlarına göre yönetilmiyorsa, orada “dârülharp” geçerlidir.
Ama Nakşiler, harp içinde oldukları Türkiye Cumhuriyeti’nde ellerini bile sıkmadıkları, konuşmadıkları kız çocukları için yurt açabilir, kızlar birbirine sarılıp ölürken de yaşananları hiçbir şey olmamış gibi seyredebilirler.

Abdülhamit sergisi
Ankara Mithatpaşa Caddesi’ndeki “Mustafa Necati Evi”nin, yıkıntıdan kurtarılıp onarılması ve kamuya devri sürecinde bizim de bir küçücük katkımız olmuştu.
Duyduk ki, TBMM başkanı, Kuvayı Milliyeci Mustafa Necati’nin Evi’nde “Yıldız Arşivlerinden Sultan II. Abdülhamit Han ve Dönemi” sergisi açmış.
Anayasa iptal etmiş, Meclis kapatmış, 31 Mart gericiliğine göz yummuş II. Abdülhamit artık el üstünde tutuluyor.
Niye?
III. Abdülhamit dönemini yaşıyoruz çünkü.
II. Abdülhamit dönemi, sansürü ile ünlüydü, biliyorsunuz. Neler yasaktı, birkaç örnek verelim:
Genel tarih (tüm tarih kitaplarından ihtilal, isyan, suikast bölümleri kaldırılmıştı), kimyada yanıcı maddeleri meydana getiren kimi birleşimler, dinamo (dinamiti çağrıştırdığı için), hasta (hasta adamı çağrıştırdığı için), “Bahar gelmeyecek mi?” demek, büyük (büzükle ilişkilendirileceği için), dua (işimiz duaya kaldı anlamına geleceği için), sakal ve boya (padişahın boyalı sakalını anıştırdığı için), ıslahat, hürriyet, cumhuriyet, vatan…
III. Abdülhamit döneminde ise, diktatör demek yasak. Zorba demek de yasak…
Küçücük çocukların tecavüze uğradığı, yakıldığı tarikatlardan, tarikat yurtlarından söz etmek ise yasaktan da öte, adeta günah!

Resmin şairi Cemil Eren
Kaf Dağı’nın ardında kalmıştı beyazlık ve güvercinler… Artık masallardaydı sanki.
Cemil Eren tuttu kanatlarından getirdi bize, yeniden sundu her ikisini de.
Beyaz ve güvercin, onun için, saflığı, temizliği, dokunulmamışlığı, el sürülmemişliği tanımlıyordu.
Kudurgan saldırganlığın karşısında masumluğu ve çaresizliği betimliyordu.
“Selimiye” adını koyduğu bir resminde, dördü denizden yukarıya, beşi denize doğru üç titrek çizgi çizmişti. Yalnızca bu kadar…
Resimdeki bu gölge, bu yansıma; izleyiciyi alıp denize ve denizin yitip gittiği ufka götürüyordu. O denli açıkyürekli, o denli coşkun bir imgeydi. Bu yüzden sormuştuk bir gün Cemil Eren’e, “Siz, resmin şairi misiniz hocam?” diye.
Resmin, ışığın ve rengin şairi Cemil Eren, güvercinleri ile birlikte havalandı uçsuz bucaksız beyaza doğru…
Sanatını ve yapıtlarını uygar insanlığa kalıt bırakarak…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şamar örnekleri 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları