Hikmet Çetinkaya

Hak, hukuk güvencemizdi hani!..

04 Aralık 2016 Pazar

Kış geldi, kuru soğukta yürüyorum...
Bugün günlerden pazar.
Yüreğimin içinden bulutlar geçiyor; umutları, sevdaları, sevinçleri sanki benden kaçırıyor.
Yıllar önceye gidiyorum, ilkyazı bekliyorum.
Bir güney kentindeyim düşlerimle birlikte.
Kayısı dalında açan çiçek, ıhlamur ağacının yorgunluğu, yalnızlığı, bir çocuğun gözlerindeki hüzün beni, sizi, hepimizi aydınlık günlerle buluşturacak mutlaka, buna inanıyorum.
Adana Aladağ’daki yurt faciası, o küçük kız çocuklarının çığlıkları ve hayatın akışı...
Düşünüyorum uzun uzun.
Anlamını yitiren acılar ve hüzünler sarmalında ayakta durmaya çalışan toplum, yoksulluğun arasına sıkışıp kalmış.
Tüm bunlara karşın Lice’de bir sabah çay içelim, Malabadi Köprüsü’nden ovaya bakalım, Trabzon’da Karadeniz’in coşkusunu yaşayalım, Aydın’da zeybek oynayalım. Var mısınız özgürlüğe, insanca yaşamaya?
Var mısınız terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur demeye?
Karadeniz’deki coşku İzmir’de imbata dönüşecek, Fırat kıyısında çocuklar Kızılırmak’ta bizim şarkımızı söyleyecek kardeşçe, kör terörü lanetlerken her türlü ayrımcılığa karşı çıkacak.
Haydi var mısınız, öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Tahir Elçi’nin katilini bulmaya?..
Söz vermiştiniz bize, unuttunuz mu?
Anımsatayım:
“1071’den beri tüm halklar bu topraklarda acı, hüzün ve kaderi birlikte yaşadı.
Doğu ve Güneydoğu’da çekilen acılar farklı bölgelerde farklı biçimlerde yaşandı.
Zulmün biçimi, rengi, tonu değişikti ama zalim ve zulüm aynıydı.”

***

Hava soğuktu eve döndüm...
Bir güney kenti geldi aklıma.
Bembeyaz kireçle badanalanmış duvarlardan yansıyan güneş, gözlerimi kamaştırıp acıtıyor...
Hani yanmayan mum, beyazdır, soğuktur, cansızdır, ölüdür. Bir kibrit çakımı, içindeki gizilgücü devindirir; yanmaya başlayan mumun alevinde tinselliğin gizemi parlar, insanın gözünü alır; pervanedeki aşk dönencesinin çekim gücü ateşlenir.
Sanki geçmiş yılları arıyor, umuda doğru koşuyordum...
Gerçekle düş arasında bocalamak...
Sayın büyükler ne söz vermişler devam edeyim:
“3 Kasım 2002 seçimleriyle birlikte biz bu zulme, ayrımcılığa, ret, inkâr, asimilasyon girişimlerine ve onu yürürlükte tutanlara sizin verdiğiniz yetkiyle son verdik.
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Abhaz, Roman, Boşnak, kim olursa olsun hepsi bizim kardeşimiz.
Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdik.
... Çünkü biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdik, renginden dolayı değil, ülkesinden dolayı değil, kavminden dolayı değil. Bundan dolayı sevdik.
... Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven bir medeniyetin mensuplarıyız. 70 milyon insanımız iyi bilmelidir ki her bir vatandaşımızın hak, hukuku bizim güvencemiz altındadır. Ülkemizin vatandaşlarına karşı kalkıp da bir diğer vatandaş gruplarımızı tahrik etmek doğru değildir...
... Biz insanlarımızın hepsini tek çatı altında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında toplamışız. Ne parasından ne hangi memleketi olduğundan değil, yaradılanı severiz Yaratan’dan ötürü...”
Yıllar çabuk geçiyor...
13 yıl önce veriliyor bu sözler...

***

Sevdasızlığın ayazında kalmış gibiyiz toplum olarak.
Sahi biz kaderin girdabında yaşayacağız acıyı?
Sevgiden uzak, zalimce...
İnsanlığımıza ne oldu bizim?
Çiçeğe durmuş kayısı dalı, ıhlamur ağacının yalnızlığı ve çocuklarımız.
Onları yakan, öldüren, boğan, zindanlarda çürüten biz.
Var mısınız özgürlüğe, hukuk devletine, yargı bağımsızlığına, insanca yaşamaya!
Var mısınız?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları