Otomania! (7)

20 Aralık 2016 Salı

Günümüzde iktidardakilerin, 33 yıl tahtta oturan, 34. Osmanlı sultanı 2. Abdülhamit’e (1842 -1918) olan hayranlıklarına daha önce bu başlık altında değinmiştik. İsterseniz 2. Abdülhamit’in sultanlık dönemini belleklerimizde özetle tazeleyelim!

***

Tahta geçtikten birkaç ay sonra, 23 Aralık 1876’da, Osmanlı’nın ilk anayasası olan “Kanun-i Esasi’yi” ilan ederek 19 Mart 1877’de “Meclis-i Mebusan’ı” topladı…
“Kanun-i Esasi’nin” 12. maddesi, basına “kanun dairesinde” özgürlük tanıyordu. Yazarlar, bu “sınırlı özgürlüğe” karşı çıkıyorlardı. Eleştirenlerden biri olan “Hayal” adlı mizah dergisinde, dönemin karikatüristi Teodor Kasap elleri ayakları zincirle bağlı Karagöz’e, Hacivat “Nedir bu hal” diye soruyor ve “Kanun dairesinde serbesti!” yanıtını alıyordu.
Sultan hazretleri, bu karikatürün “Kanun-i Esasi’yi” aşağıladığı için dava açtırıyor ve dergi sahibi Theodor Kasap’ı 3 yıl hapse attırıyordu!

***

Tahta oturuşundan bir yıl sonra, aydınlara yönelik olarak evler basılıyor, sürgüne gönderilmeler, jurnaller başlıyor, gazeteler kapatılıyor ve bazı sözcüklerin yasaklanmasına ek olarak “sansür” devreye konuluyordu.
Abdülhamit’in büyük burnu vardı! Gazetelerde yasaklananlar sözcükler arasında “büyük burun” başta geliyordu. “Tahtı kurusun” diye algılanabileceği için “tahtakurusu” gibi, “hal (sultanın tahttan indirilmesi), “dinamik – dinamit” sözcüklerinden başka, “müsavat (eşitlik), istibdat, suikast” de yasaktı.
Hatta kendisinden önce tahttan indirilen 5. Murat’ı anımsattığı için “Murat ve Muradiye” sözcükleri de söylenemiyordu. Bursa’daki Muradiye Camisi’nin adı “Cami-i Şerif” olmuştu! Oturduğu “Yıldız Sarayı’nın” adından dolayı “yıldız” sözcüğü de yasaktı. O zaman, o saraya “Külliye” mi deniliyordu, bilemiyorum!

***

Açılışından 14 ay sonra “Meclisi Mebusan’ı” kapattı, ardından hükümete yoruma açık, “zihinleri karıştıracak yayın yapan gazeteleri, hemen kapatma” yetkisini verdi.
Ünlü romancı, Halit Ziya Uşaklıgil, “Kırk Yıl” adlı, anı kitabında “Hürriyet, vatan, millet, zulüm, adalet” gibi yüz kadar sözcüğün belleklerde yer almasının, “kalemin ucuna geldikçe pis bir böcek gibi fırlatıp atılmasının” gerektiğini yazmıştı. Ancak “Kırık Hayatlar” romanı “sansür memurlarının” hışmından kurtulamadı.
Hüseyin Cahit Yalçın da “Edebiyat Anıları” kitabında deneyini şöyle anlatmıştı:
Acaba ‘burun’ sözünün basında yasaklandığı Abdülhamid’e söylense çevredekiler bu dalkavukluğu, bu yasağı hangi yolla açıklayacaklardı? Yeryüzü halifesine, ‘Şevketli efendimiz, sizin pek biçimsiz bir burnunuz var da onun için bu sözü yasak ettik!’ mi diyeceklerdi. Herhalde onların ne diyeceklerini bilmem. Ama ben ‘İzlanda Balıkçısı’nı’ çevirirken, coğrafyayla ilgili ‘burun’ sözü geldikçe ‘karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri’ diye yazıyordum!”
Dr. Beşir Ömer Paşa, “Servet-i Fünun” dergisindeki bir yazısında “su” konusunu işlemek istemiş ve “bir adamın çeşme başında dua ettiğini” yazmıştı. Ancak sansür yetkilileri, “Duanın, Müslümanlar açısından kutsal olduğunu, bu yazıdan işimiz duaya kaldı anlamı çıktığı için” yasaklamışlardı!

***

Ülkede ekonomik sıkıntılar başlayıp “kaime (kayım olan)kâğıt para nedeniyle “darboğaz” başlayınca, gazeteler kapanmış, geride “tahsisat (yandaş) gazeteleri kalmıştı. Acaba o zaman da dövizlerin bozdurulması halka önerilmiş miydi?
Bu arada, devletin “resmi gazetesi” olan “Takvim-i Vekayi” bile, bir dizgi hatasından dolayı, 1879’dan itibaren 12 yıl kapalı kalmıştı.
Ünlü yazar Edmond Rostand’ın Cyrano de Bergerac adlı temsilini, bir Fransız tiyatro topluluğu, oynamak istemiş ama izin verilmemişti. Çünkü silahşör Cyrano’nun görkemli bir burnu vardı!

***

Abdülhamit, 13 Nisan 1909’da, günümüzdeki 15 Temmuz olayının bir benzerini “31 Mart Vak’ası” denilen ayaklanmada yaşadı. Taksim Kışlası’ndaki bazı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde “Heyet-i Mebusan’ın” önünde toplanmışlar ve ülkenin “şeriata göre yönetilmesini” istemişlerdi…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları