Heykel akıp giderken...

25 Aralık 2016 Pazar

Fotoğrafı gördüğümde, çocuklar gibi hüngür hüngür ağlamaya başladım. Yunanlı yönetmen Angelopoulos’un Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Balkan ülkelerindeki olumsuz değişimi, kargaşayı ve çekilen acıları anlatan filmi Ulis’in Bakışı’ndan bir sahne geldi aklıma. Rusya’nın milli kahramanı Lenin’in kocaman bir heykeli, Balkanlar’ı boydan boya geçen bir nehir üstünde akıp gider, akıp gider…
Ne tuhaf bir rastlantı ki, Atatürk heykeli bir kamyonda, bir kentin içinden akıp gitti. Ve bir lanet çöktü kentin üstüne. Atatürk heykeli kamyonda ilerlerken, bütün şehitlerin, diri diri yakılan o güzel insanların, bombaların parçaladığı gençlerin, faili meçhul ölülerin, işkence odalarında direnenlerin, yeryüzünü daha eşit, daha adaletli yapabilmek için yola çıkan tüm insanlığın o heykelle birlikte akıp gittiğini gördüm.
Bir köşede, Ali İsmail Korkmaz, usulca yere oturmuş, ağlıyordu. Bir başka kuytulukta Uğur Mumcu, sanki heykeli kucaklamak ister gibi ellerini uzatmış, öylece duruyordu. Tahir Elçi kanayan bedenini güçlükle toparlamış, heykelin arkasından koşuyordu. Berkin’in o hep üşüyen kaşları bu kez buz tutmuştu. Dilek Doğan, kendi dilek ağacından kopardığı bir bahar dalını hiç kimseler görmeden usulca heykelin üstüne bıraktı. Madımak’ta yakılan şairler son dörtlüklerini heykel geçerken gökyüzüne fırlattılar. Analardan bir ana, Berfo Ana çevresindeki acıları görmesin diye bembeyaz başörtüsüyle heykelin gözlerini örtmeye çalıştı.
Heykel kentin içinden akmaya devam etti. Dedesi, babası Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen, birdenbire elindeki Nutuk’tan parçalar okuyarak, heykelin yanıbaşında yürümeye başladı. Bir başka köşeden heybetli bedeniyle Yaşar Kemal çıkageldi. Ve o insanın içine dokunan sesiyle, bir Çukurova türküsü söylemeye başladı. Mehmet Ali Aybar elinde bir pankart taşıyarak heykele doğru el salladı. “Yaşasın sosyalizm!” Birden sesler yükseldi, ’68 kuşağının genç ölüleri, dipdiri bedenleri ve yüksek sesleriyle Devrim marşları söylemeye başladılar. Ve bir an tüm kenti Enternasyonal Marşı kuşattı.
Tepelerden bir yerden Aziz Nesin kamyonun üstünde, elleri kolları bağlanmış bir biçimde ilerleyen heykele baktı. Ve “ne garip” diye düşündü, “birdenbire ezan sesine, çan sesi eşlik etmeye başladı, bir barış çağrısı gibi.” Sonra gitti, vakıfta bekleyen çocukları için Rizeli kadınların dokuduğu yün çoraplardan aldı. Tam da o sırada, işçiler kollarında yas bantları, ellerinde karanfiller kamyonun hemen arkasına geçtiler. Onları okullarına giden öğrenciler takip etti, onları sakat bacakları, kör gözleriyle savaş gazileri takip etti, onları rengârenk giysileriyle fındık toplayan kadınlar takip etti.
Biri Kürtçe bir ağıt yakmaya başladı. Onu Ermenice bir ağıt takip etti, onu Türkçe bir ağıt takip etti, onu Lazca bir ağıt takip etti. Doksan yaşındaki Fadime Nine, “Artık işe koyulmanın zamanıdır” diye düşündü. Çevresine köyün çocuklarını toplayıp, masalların en masalını, gerçeklerin en gerçeğini, bu topraklarda yaşayan mucizeleri anlatmaya başladı. Mucizeleri dinleyenler, onları başkalarına anlatmaya başladılar. Kentin üstünde bir masal bulutu uçmaya başladı. Tüm çocuklar o masal bulutuna binip kamyonun içindeki heykele el salladılar.
Tevatür, heykelin iplerinden kurtulup dimdik ayağa kaldığına dairdir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları