Ayşe Emel Mesci

Ebedi Gençlik Rüzgârı

26 Aralık 2016 Pazartesi

Gülriz Sururi’nin “Zefiros: Ebedi Gençlik Rüzgârı” adlı kitabını soluk almadan okudum desem yeridir. O kadar rahat ve sürükleyici bir dille yazılmış ki sanki karşınızda Gülriz oturmuş anlatıyor, siz de dinliyorsunuz. Siyasetin, üstelik kötü siyasetin hayatı bu kadar ezdiği, kendi dışında hiçbir alana nefes alma fırsatı bırakmadığı, yalanın ve ölümün bu kadar egemen olduğu bir ortamda, Gülriz’in anıları ilaç gibi geldi bana, mutlu oldum.

Çorbada tuzu olanlar
Gülriz Sururi ve Engin Cezzar benim tiyatroya ilk adımlarımı attığım dönemde aynı sahneyi paylaşma şansı bulduğum ustalarım. Bizim kuşak açısından tiyatro, “okul”da öğrenilen bir meslek olmanın ötesinde, sahnede, ustaların yanında doğrudan çalışarak sırrına erilen bir sanattı. 1967’de Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda sahnelenen Güngör Dilmen’in “Kurban” oyununda Gülsüm’ü oynamak yeni bir okul olmuştu benim için.
Yıllar sonra, 2009-2010 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Suat Derviş’in aynı adlı romanından oyunlaştırıp yönettiği “Fosforlu Cevriye”yi sahneye koyarken, gelip “Kerbela”yı seyretmişti Gülriz; “Ayşe Emel bu oyunu izledikten sonra, iyi ki o zaman Gülsüm rolüne seni seçmişiz diye düşündüm” deyince ne kadar sevinmiştim. Benim konum geçince, Engin Ağabey’e, “Başarısında küçük de olsa bizim de etkimiz olmuştur” dermiş. Olmaz mı Gülriz? Üstelik sadece bana ve sayısız tiyatrocuya, tiyatrosevere değil, bu memlekete de çok katkınız var. Çünkü, “Fosforlu Cevriye” provalarında Lemi Bilgin’le görüşmeye giderken o güzel ve keskin gözlerinden kaçmayan duvardaki yazı bu memleketin harcını karanların düşüncesini özetliyor: “O duvardaki bayıldığım cümleyi bir daha okuyarak genel müdürlük bölümüne girdim: ‘Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır. Mustafa Kemal Atatürk’.” Gerçekten öyleymiş...

Nereden nereye geldik?
“Zefiros”ta, hayata, anılarına yukarıdan bakmayı başaran yazarın o yumuşacık üslubuyla dile getirdiği şu iç acıtıcı kaygı sanırım çoğumuz tarafından paylaşılıyor: “Ülkem düze çıkmadan bu dünyadan çekip gideceğime inanmaya başladım sonunda.” Sadece “Ayşe” operetinin başına gelenler bile genel panorama hakkında bir fikir vermeye yetiyor. Yetki sahiplerinin önce peşinden koştukları, sözler verdikleri sanatçıyı sonra yarı yolda bırakıvermeleri, bana siyasi süreçte yaşanmış benzer maceraları hatırlatıyor. Toplumun çeşitli kesimlerini kucaklar gibi görünme, iyi geçinme ihtiyacının sonra nasıl kimseye ihtiyacımız yok, her şeyi biz biliriz zihniyetine doğru evrildiğini acı acı düşünüyorum. Bu yöneliş, kifayetsiz kaldıkları alanların, örneğin tiyatronun giderek dışlanmasını, ötekileştirilmesini, önemsizleştirilmeye çalışılmasını beraberinde getirdi. Gülriz Sururi’nin keskin gözlemleri ve karşılaştırmaları, tiyatronun artık “bir memleketin kültür seviyesinin aynası” olarak görülmediğini, en azından bu fikrin karar verici mercilerden uzak tutulduğunu düşündürüyor. “Zefiros”ta bu fikrin yansımasını tüm hatalarına ve kusurlarına rağmen koruyan bir kurum da anlatılıyor: Lemi Bilgin’in genel müdürlüğü dönemindeki Devlet Tiyatroları.
Kitapta “Ayşe” opereti ve “Fosforlu Cevriye” bölümlerini peşpeşe okumak, ödenekli tiyatroların niçin vazgeçilmez bir gereksinim olduğunu anlatmaya yetiyor. Üstelik anlatan da, en önemli özel tiyatrolarımızdan birinin kurucusu ve yöneticisi olan, tiyatroyu hem bir yaşam biçimi hem bir iş olarak her anının hakkını vererek, dolu dolu yaşamış, yönetmiş bir duayen, Gülriz Sururi, ebedi gençlik rüzgârı...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları