Türkiye’deki kaosun anahtarı

27 Aralık 2016 Salı

Ülkede yaşanmakta olan kaos ortamının nedenleri, serinkanlı olarak bakılınca şunlar görülüyor;
1) Siyasal partilerin oluşturduğu Meclis’te ulusal ortak bir duruşun çıkamaması, partilerin “Atatürkçü, İslamcı ve bölücü olarak ayrılmaları”; ulusalcı görüşün çağdaş ve uygar değerleri benimsemesi, İslamcı partinin dini, “öncelikli referans” olarak kabul ederek İslamcı dünyanın yaşam tarzına odaklanarak, otoriter ve dini bir toplumsal yapılanmayı istemesi; ayrılıkçı partinin ise Türkiye’nin bütünlüğü yerine federasyon yolu ile bölünmeye götürecek bir siyaseti esas alması.
Bu karşıt görüşler Meclis’te, asgari müşterekleri oluşturamadıkları gibi, oluşmaması için de aralarında kavgaya girişmişlerdir. Meclis’tekiler millet olmanın yolunun, milli (ulusal) olmaktan geçtiğini unutmuş görünüyorlar. Dinci ya da etnik bölünmeden medet umanlar var.
2) İçerideki bu temel çatışmaya ek olarak, Türkiye ve bölge üzerinde yeni planlar yapan küresel güçlerin (emperyalizmin) devreye girmesi; bu devreye girişin, çağdışı dinci örgütlenmeler ve bölücü örgütler aracılığı ile Türkiye’deki çatışmaları hızlandırmaları. Aynen PKK, FETÖ, El Nusra ve IŞİD terör örgütlerinde olduğu gibi.
Ülkenin dokusuna enjekte edilen dinci (cemaatçi) ve bölücü faktörler ülkeyi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyaya örnek olmuş kuruluş yapısından, Atatürk devrimleri ve laiklikten uzaklaştırmaya yönelik dayatmalara götürmesi.
PKK, emperyalizmin ürettiği ve kullandığı bölücü bir örgüttür. FETÖ ve benzeri dinci örgütlenmeler ise “Ilımlı İslam aldatmacası ile” pazarlanıp kullanıldı.
200 yıldır ilk defa Batı’nın ve bizim taleplerimiz birleşti” ifadesini sık sık kullanan kimi siyasileri bu köşede sorguladım: örtüşen, birleşen dedikleri şeyler “bugünkü kaosu getiren operasyonlardı”.
Cumhuriyetçileri, çağdaş yaşamı ve demokrasiyi savunanları tasfiye etmek: orduyu, adaleti, eğitimi, ekonomiyi silkeleyip demokratik düzenden uzaklaştırmak: otoriter ve dinci odaklı bir yapı kurmak: kimi iç ve dış dinamiklerin birleştiği nokta buydu.

Roller değişti mi?
Ancak “Ilımlı İslam kurgusundan” FETÖ çıkıverince bütün hesaplar değişti. Çok eskiden “haydi Moskova’ya” diye dalgasını geçip saldıranlar, öldürülen Rus büyükelçisi önünde saygıyla durmak noktasına geldiler. FETÖ yüzünden emperyalist dayatmalara karşı Moskova’yı denge unsuru olarak kullanmaya başladılar.
Washington, Moskova, İslam ve Gülen dörtgeni içindeki turlamalar, Türkiye’yi (ve Ankara’yı) bu noktaya getirdi.
Dün ne olmuştu? Rusya Afganistan’ı işgal etmişti. Sonra ABD Afganistan’ı ve tüm bölgeyi her türlü İslamcılarla işgal etti. Yeşil kuşak, El Kaide’den IŞİD’e, “Pakistan’dan Libya’ya kadar tüm İslam dünyasını kana buladı, Türkiye dahil”.
Türkiye’yi de bölünmeye götürmekte olan dinci (ve Sünni) odaklı dış politika Suriye’de iflas etti: Ankara 21 Aralık 2016’da Rusya, İran ve Türkiye ortak bildirgesine geldi: Moskova anlaşmasının dördüncü ortağı Şam’dır (ve Esad) . Yaşanan bunca terör de milletin sırtına bindirilmiş oldu.
Yeni tehlike…
Yeni başkanlık dayatmaları, “dünkü yanlış politikaların fazlasıyla yeniden uygulanmasını gündeme getirecek özellikler taşıyor”. Yanlıştan kurtuluyoruz derken daha büyük bir yanlışın içine, “geri dönüşü olmayacak bir biçimde gömülmek noktasındayız”.
İslam ülkelerinde tek uygar, çağdaş ve laik 80 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma erdemini, milletimiz (ve temsilcileri), AKP-MHP dahil gösterebilecekler mi? Yoksa Irak, Suriye ve Libya’nın peşinden biz de mi gideceğiz?
El Nusra’larla yeniden işbirliği mi? Yoksa Atatürk Cumhuriyeti ile uygar dünyada yolumuza devam mı? Bıçak sırtındayız…
TÜSİAD’dan işçi sendikalarına, üniversitelerden aklı başında kalan medyaya kadar herkese büyük görev düşüyor. Yeni yılı kutlamaya elim gitmiyor: Hele Silivri’deki fikir insanlarını, yazar ve çizerleri düşündükçe.
Ama yine de umutla yaşamak zorundayız, yoksa insanlığımızı kaybederiz…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları