Olaylar Ve Görüşler

Savcı ve hâkimlere mektup

05 Ocak 2017 Perşembe

HSYK, terör savcıları ile sulh ceza yargıçlarına açık mektup: Şu anda görev başında olan terör savcıları ve bunların her türlü taleplerini sanki yapılmış bir protokolün kurallarına uyar gibi yerine getiren sulh ceza hâkimlikleri, 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini fiilen değiştirmiş durumda

 

Bir yazıyı yazarken, bir konuşmayı yaparken kendinize, “başıma bir şey gelir mi” sorusunu soruyorsanız, o düzen demokratik bir hukuk düzeni değildir. Evet, bu yazıyı yazarken ben de kendime bunu soruyorum: Acaba başıma bir şey gelir mi? Ama Silivri’de 30 yıllık arkadaşın Bülent Utku, Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör yatıyorsa, 25 yıllık arkadaşın Mehmet Altan ve onun kardeşi Ahmet Altan yatıyorsa, yukarıdaki soruyu kendime sormamak en iyisi.
“Bu yazım bir yerde yayımlanırsa başıma bir şey gelir mi” sorusunun yayın hayatındaki adı otosansürdür. Bir televizyon yayıncısının “Şu tartışma programına şu kişiyi çağırırsam acaba başıma bir şey gelir mi veya patronun reklamları engellenir mi” sorusunu soruyorsanız ortada bir medya otosansürünün bulunduğu açıktır. Bu durumları yaşıyorsanız içinde bulunduğunuz rejime pek de demokratik rejim denmez.

Protokol mü var?
Anayasaya göre sansür yasaktır ama içeride 144 gazeteci, yayıncı yatıyorsa, en azından sansürün fazlaca yer tuttuğu bir rejimin içinde yaşıyorsunuzdur. İfade hürriyetinin OHAL rejiminde, OHAL’in ilan nedenleri ile orantılı olarak kısıtlanabileceği kabul edilebilir ama, OHAL’in ilanından önce suç teşkil etmeyen eylemlerin OHAL rejiminde yargılanabileceğinin kabulü, hukuk devletlerinde olmaz.
Şu anda görev başında olan terör savcıları ve bunların her türlü taleplerini sanki yapılmış bir protokolün kurallarına uyar gibi yerine getiren sulh ceza hâkimlikleri, 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini fiilen değiştirmiş durumda. Aynı Ergenekon savcıları ve yine o zamanın yargıçları gibi.

Kanıtsız suçlamalar
Terör suçlamasıyla yargılanan 144 gazetecinin hiçbirisi hiçbir terör eylemine katılmadığı gibi terör örgütü üyeliklerinin bulunduğu konusunda hiçbir kanıt ortaya konamıyor. Örneğin tutuklu arkadaşlarım Bülent Utku, Akın Atalay, Mustafa Kemal Güngör ve diğer Cumhuriyet tutuklularının “teröristliği” Türkiye’nin en eski ve itibarlı gazetesini çıkaran Cumhuriyet Vakfı yöneticiliğinden. Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan’ın “teröristliği” bir gazetenin yayın danışmanlığından. Mehmet Altan’ın “teröristliği” televizyonda subliminal mesaj yoluyla darbeye teşebbüs ile ne zaman yazıldığı ve başlığı belirtilmeksizin tüm yazılarından ve konuşmalarından. Ahmet Altan’ın “teröristliği” yine subliminal yolla darbeye teşebbüs ile yayıncı olmasından.
Mesela Şahin Alpay, Mümtaz’er Türköne, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, yaşı nedeniyle insaf edilip tutuklanmayan filozof Hilmi Yavuz’un ve daha nicelerinin “teröristlikleri” ise devletin gözü önünde yayın yapan ve zamanında hiçbir takibata uğramayan Zaman gazetesinde yazmalarından ibaret.

Tarihin tekerrürü
Bu insanların yazıları dışında tek bir eylemleri bulunmadığı gibi ev aramalarında da tek bir suç unsuruna rastlanmamış. Öyle ya terör suçundan tutuklanıyorsanız bu suça uygun kanıt gerekir. Yukarıda yazılanların müsebbipleri olan yargı mensupları adliyelerin en üs katlarında çalışan, ulaşılması avukatlar için de pek zor olan terör savcıları ve sulh ceza yargıçlarıdır.
İşin tuhafı tarih bu kadar mı tekerrür edebilir? Bir önceki dönemde yani Balyoz, Ergenekon, Oda TV kod adıyla anılan yargı dönemlerinde aynı maddelerle iş yapan yargıç ve savcılar, şu anda ya firari ya da tutuklu iken aynı hukuk dışı işlemlerin tıpatıp aynısı bu kadar mı yapılır?

FETÖ ve PKK
Devletimizin terör savcıları ile sulh ceza yargıçları şu anlarda başlı başına iki suç örgütünün soruşturmasını yapıyor: FETÖ ve PKK.
FETÖ soruşturmalarında son derecede kafası karışık bir savcılık ve sulh ceza yargıçlığı makamı var. Oysa ortada “Ne istediniz de vermedik”, “Bu FETÖ’yü devlet kadrolarına pompalamakla aldatıldık. Allah’tan af, milletten özür dileriz” cümleleriyle ortaya konmuş bir durum var. Bu durum ise 15 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe teşebbüsüne aslen veya fer’an katılan kişiler ile (yani FETÖ üyeliği ile) zamanında Hizmet Hareketi, Gülen Cemaati veya Fethullahçılar diye anılan yapılanmayı birbirinden ayırmayı gerektiriyor. Bunun kıstası ise Cumhurbaşkanı’nın sıkça değindiği gibi 17-25 Aralık’tan sonra dahi Cemaat içinde kalmaya devam etmek değil.

İltisak uydurması Başta
Cumhurbaşkanı olmak üzere, birtakım zevatın 17-25 Aralık’ın Cemaatçi emniyet bürokrasisinin iktidara bir kara çalma operasyonu olduğu konusundaki açıklamaların doğru olmadığı, tersine yargıdan kaçırılmış bir hortumlama olduğunu söyleyen geniş bir halk kitlesi var. Diğer bir ifade ile “Her kim ki, 17-25 Aralık olayından sonra hâlâ bu Cemaatin bireyi olarak görülüyorsa, onun gazetesinde yazı yazıyorsa, o darbecidir” varsayımı hukuki değil. Yani savunulacak hiçbir hali olmayan 15 Temmuz girişiminden önce Gülen hareketinin içinde bulunmak, bu hareketin bir yayın organında yazı yazmak, çalışmak hiçbir şekilde suç teşkil eden bir fiil değildir. Suç teşkil eden fiil, bu hareketin içinde bulunup bulunmamaya bakılmaksızın 15 Temmuz darbesine asli veya fer’i şekilde katılıp katılmama şeklinde tecelli etmeli. Ancak bu tip bir fiil suç teşkil edebilir.
Halbuki buna bakılmıyor, KHK’lerle getirilen ve yalnızca idare hukuku alanında değerlendirilmesi gereken “iltisak” kavramı, TCK’de yer alan örgüt üyeliği suçuna eklenen yeni bir unsur olarak değerlendiriliyor. Bu da yaşadığımız hukuk trajedilerine neden oluyor.
PKK üyeliği iddialarında da aynı zaaf söz konusu. PKK üyesi diye barıştan başka bir şey istemeyen Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve onun gibi onlarca insan yalnızca gazetecilik, sembolik gazetecilik yapmalarına rağmen “terörist” yaftasıyla hapishanelere sokuldu. Ve tüm bunlar terör savcılarıyla sulh ceza hâkimleri tarafından yapılıyor. Ancak bu tersinden tarihe geçen kararlar ülkemize hiç de hayır getirmiyor. “Batı bize zaten düşman” teranesinden önce evimizin içine söyle bir bakmak gerekiyor.
Dünya Adalet Projesi’nin 2016’da değil, 2015 (15 Temmuz’dan önce) Küresel Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde Türkiye 80. sırada. Kıyas için söyleyelim: 1. Danimarka, 8. Almanya, 33. Yunanistan, 71. Çin, 75. Rusya, 79. Gürcistan.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Dünya Basın Özgürlüğü endeksinde 180 ülke içinde Türkiye 151. sırada. Yine kıyas için belirtelim: Uganda, Tanzanya, Kenya’nın durumu bizden daha iyi.
Bu endeksler daha da sıralanabilir. Fazla yer tutmamak için bu yüz kızartıcı listelere son verirken yazımızı, başta terör savcıları ile sulh ceza yargıçlarını oraya atayan HSYK’nin ve iktidarın ve tüm siyasilerin dikkatlerine sunalım: İçinde bulunduğumuz ve yukarıda yazılı skalalara neden olanlar, bu vatan için hiç de iyi şeyler yapmıyorlar. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi “Bu da böyle biline”.

 

ERGİN CİNMEN
Avukat



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları