Olaylar Ve Görüşler

‘Sol’da Batı karşıtlığı

14 Ocak 2017 Cumartesi

Sol düşünce siyasal söylemini, siyasal İslamcı ve Batılı değerler ve yaşam biçimlerine karşı bir siyasetin hizmetine sunamaz. Batılı devletlerin politikalarını eleştirirken bu devletlerin toplumları ve aydınları tarafından öne sürülen, savunulan değerlere gözlerimizi kapayamayız

15 Temmuz 2016 tarihindeki FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında bu girişim ile Amerika Birleşik Devletleri’nin ilgisi ve yönlendirmesi konusunda ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelttiği bazı eleştiriler hakkında yazılanlar ve söylenenler, Türkiye’de özellikle bazı “sol” çevrelerde, yanlış ve yanıltıcı bir Batı karşıtlığı havanın yaygınlaşmasına hizmet eder bir nitelik kazandı. Gelişigüzel yapılan Batı karşıtı söylemler ve Türkiye’nin Batı Bloku’ndan ayrılmasını istemek sol düşüncenin parçası olamaz. Hele, bir “İslam Cumhuriyeti” etiketi olan İran, bir despotun liderliğinde aşırı milliyetçi, özgürlük ve gerçek demokrasi karşıtı düzenin yürürlükte olduğu Rusya ile birlikteliği savunmak ya da Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütü gibi aydınlanma geleneğinin uzağında kalan tarihsel bir mirasla şekillenmiş ülkelerin yanında düşünmek, solun kendini inkâr etmesidir. Sol her zaman Batılıdır, Batıcıdır.

İki Batı
Aslında burada önemli bir ayrım ihmal ediliyor. Çünkü iki Batı vardır. Birincisi, sömürgeci, emperyalist, kan dökücü, acımasız ve çoğunlukla ekonomik ve askeri gücü ile algıladığımız Batı. Bu daha çok küresel kapitalizmin elinde bir oyuncak olarak politikalar belirleyen devletler ve AB gibi devletler üstü birlikler düzleminde belirginleşir. Bu inkâr edilemez. Bu düzleme olan karşıtlığı anlamak ve onaylamak kolay. Ama bir de Rönesans-Reform-Hümanizm- Aydınlanma- Sosyalizm düzleminde laikliğin, sanatsal yaratıcılığın, bilimsel ilerlemelerin, toplumu ve doğayı aklın kavrayışıyla değerlendirme cüratkârlığının, işçi, çocuk ve kadın haklarının, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi özgürlüklerin ve genel olarak insan hakları alanında ortaya çıkan bütün kazanımların doğduğu, geliştiği, yaşadığı ve daha da önemlisi bu değerler çerçevesinde dünyanın geri kalanına ilham vermeyi sürdüren bir Batı da var. Sol düşünce bu ikisini birbirine karıştıramaz. Birine karşı diğerini savunur. Bu Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının da yaptığı bir ayrımdır. Bu ayrım Atatürk’ün kişiliğiyle bütünleşen devrimlerin Aydınlanma felsefesinin bir uzantısı olması gerçeğiyle karşımıza çıkar.

Kurucuların adımları
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının harf devriminden, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesine, eğitimin hurafelerden arındırılıp bilimin ve sanatın toplum hayatına işlemesi için düzenlemeler yapılmasına, ölçülerde, tatil günlerinde ve günlük yaşamın her alanında gerçekleştirilen diğer yeniliklerden, insanın gelişmesini engelleyen medrese ve şeyhlik düzeninin kaldırılmasına, medeni kanunun kabulünden laikliğe kadar yaşamın her alanında gerçekleştirdikleri devrimler, bir fantezi ya da birkaç kişinin tatmini uğruna yapılan gösteriş hamleleri değildir. Ya da yatağından o gün ters kalkan bir “diktatör”ün gelişigüzel seçimi değildir.
Batılılaşma, yok olmanın, esir düşmenin eşiğine gelmiş bir toplumun satrançtaki zorunlu hamleler gibi kaçınılmaz olarak attığı adımlardır. Batılılaşma bu topraklarda var kalmak için zorunluluktur. Bu topraklarda bağımsız, özgür bir toplum olarak var olmanın tek yoludur. “Batı nasıl güçlü oldu?”, “Ve bu güce karşı nasıl koyabiliriz?” Bu soruların yanıtı kısaca “Batı’nın emperyalimine Batı’nın gücünü üreten anlayışı topluma yerleştirerek” diye verildi. Tanzimattan yakın geçmişe kadar Batılılaşma adına yürütülen çabaların en kısa özeti budur. Batılılaşma bize kurada çıkmadı.

Sol siyasetin görevi
Bu ayrımı Batı’nın emperyalist devletlerine ve onların taşeronlarına karşı savaşırken, Batılı değerleri, başta laiklik olmak üzere ısrarla öne çıkararak kurucu dehalarımız ustalıkla yaptı. Şimdi de bu tarihsel ayrıma özen göstermek başta CHP olmak üzere bütün sol siyasetin ve siyasetçilerin görevidir.
Batılı devletlerin özellikle bölgemizde yürüttükleri böl-yönet, kışkırt- savaştır türü iğrenç politikalarını eleştirmek ve bu çabalara karşı koymak başka, bu karşıtlıktan Batılı değerleri ve Batılı yaşam biçimlerini eleştirmek ve aslında yok ederek kendi ortaçağ karanlıkları içindeki faşist düzenlerini kurmak için yararlananların ekmeğine yağ sürmek başkadır.
Sol düşünce siyasal söylemini, siyasal İslamcı ve Batılı değerler ve yaşam biçimlerine karşı '62ir siyasetin hizmetine sunamaz. Unutmayalım ki sol da aydınlanmadan çıktı.

Biz ve onlar
Bugün çoğunlukla siyaseten hiçbir şey ifade etmeyen “kutuplaşma” kavramıyla adlandırma eğiliminde olduğumuz yaşadığımız temel çatışma, aslında iki medeniyet düzleminin çatışmasıdır.
Bu çatışma, bizi “biz” yapan değerlerin ortadan kalkması, sadece aynı dili konuşan ama bunun dışında bütünüyle farklı değerler kümesine ait insanların hızla “biz” ve “onlar” ayrımına doğru gittiği bir süreci yarattı. Bir tarafta 21. yüzyılda drtaçağdan kalma ve yine çok kısaca bu dünyadaki hayatı yaşanılır bulmayıp hayal ve beklentiyi başka bir dünyaya erteleyen estetiğe, yaşamaya, yaşamdan keyif almaya karşı bir anlayışla, diğer tarafta bu dünyadaki hayatın da güzel, kaliteli, zengin ve insanca olabileceğini düşünen, doğanın ve toplumun akılla kavranabileceğinden emin, gerçekten 21. yüzyılı temsil eden anlayış.
Bu anlamda Türkiye’nin yaşadıkları, bir değerler ve yaşam biçimleri çatışması ile onun siyasal düzlemde ifadesi olarak soğuk bir iç savaştır. Eninde sonunda savunacağımız şey yaşam biçimlerimiz olacaktır.

Çizginin gerisine düşmemeli
Cumhuriyetimizin kurucuları, çok daha önce başlayan Batılılaşma çabalarının sürdürücüsü ve Türkiye’de ortaçağa hapsedilmiş, “itaatten başka hakkı olmayan” kalabalıkların gerçek anlamda “insan” olması için gerçekleştirilen çabanın önderleridir. Sol düşünce, bu öncülere ve kurdukları Türkiye’ye ne kadar eleştiri getirirlerse getirsin bu çizginin gerisine düşemez.
Batılı devletlerin politikalarını eleştirirken bu devletlerin toplumları ve aydınları tarafından öne sürülen, savunulan değerlere gözlerimizi kapayamayız. Aksi halde içi boş, kupkuru bir Batı karşıtlığı söylemi Batılı değerler karşıtlığına malzeme sağlar. Bu da eninde sonunda Batılı değerlerden ve özgürlüklerden uzak faşist bir Türkiye’yi yaratmak isteyenlere hizmet etmek olur. Ya da başka bir deyişle, Türkiye’de Batı karşıtlığı eninde sonunda siyasal İslama hizmet eder.  

A. ULVİ ÖZDEMİR
Dr., Akademisyen



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları