Kedilere kıymayın efendiler!

15 Ocak 2017 Pazar

Bu güzel ülke, pek çok Batılı ve Doğulu ülkede olmayan bir şeye sahiptir. Evet, sokaklarında kediler, köpekler kendi bildikleri gibi dolaşırlar. Özellikle kedilerin kendi balıkçıları, köftecileri vardır. Örneğin bizim mahalle bir kedi cennetidir. Mahalleli kendi aramızda konuşurken şu espriyi sık sık yaparız: “Bizim kediler de aşırı beslenmekten ölecek!” Şaka bir yana, şu kara kışta bazı apartmanların kapıları gece yarısı kendiliğinden açılıverir ve bir de bakarsınız sabah uykulu gözlerle kapınızın önünde kıvrılıp yatmış bir tekir kedi size bakıyor.
Şimdi ülkede bunca mesele varken, ben neden kedilerden söz ediyorum diye şaşıranlarınız olabilir. Ediyorum çünkü bu kedi ve köpek cenneti ülkemde, hemen yanı başımda bir genç adam (psikolog Alper Engeler), evinin yanında kedilere yuva yaptığı için öldürüldü. Evet, o karın herkesi evine kapattığı bir soğuk günde kediler üşümesin diye kedi evi yapıyordu. Ve öldürüldü.
Günlerdir geldiğimiz bu acımasız durumu düşünüyorum. Ve kendimi çok tırsmış bir halde buluyorum. Pek çok arkadaşım gibi, bir araya geldiğimizde şöyle sözler konuşuyoruz: “Ben kendimin bu kadar tırsık olduğunu bilmezdim.” Bize ne oldu bilmiyorum? Arka arkaya gelen şoklar, hepimizi serseme çevirdi ve enkolay biçimde söylersek tırstık! Örneğin ben bir kedi evi yaparken öldürülen arkadaşın cenazesine, kucağımda sarı bir sarmanla katılmak isterdim. Ayrıca tüm kedi sevenlerin kucaklarında kediler, bu cenazenin ardı sıra yürümesini isterdim. Öyle bir uyuşukluk gelmiş ki bana, öyle bir sersemlemişim ki, cenazeye kucağımda bir kediyle gitmedim. Kimseler de gitmedi.
Genç bir kadın, Nuriye Gülmen, günlerdir Ankara’da özellikle de İnsan Hakları heykelinin olduğu yerde protesto eylemi yapıyor, daha iki gün önce gözaltına alındı ve burnunu kırdılar. Tırsık olmadan önceki ben, çoktan onun hakkında sadece yazı yazmakla kalmaz, Ankara’ya gider yanı başında yer alırdım. Gitmedim, kimseler de gitmedi. Hele de her gün onun yanında yer almaları gereken akademisyen dostları yanına uğramadılar.
Özel olarak sevdiğim Ecevit’ten sonra tek siyasetçi Ahmet Türk içeride. Bu toprakların yetiştirdiği ender adaletli bir yürek şu anda durdu duracak! Peki tırsık ben ne yapıyorum, anca yazı yazıyorum, oysa pekâlâ bulunduğu cezaevinin önüne gidip nöbet tutabilirim, nöbeti benden bir başkaları alabilir. Ben de yapmıyorum, kimseler de yapmıyor. Ama biliyorum ki, Ahmet Türk içeride ölürse, bu ülkenin şah damarlarından biri daha kanamaya başlar!
Diyarbakır kentinin seçilmiş başkanı içeride. Onun yerine atanan Belediye Başkanı, Uludere (Roboski) katliamını simgeleyen heykeli kaldırtmış, ardından bölgenin Hititlerin en eski kentlerinden biri olduğunu simgeleyen dev aslan heykelini de. Biz tırstıkça adamlar tüm geçmişimize saldırıyorlar. Nerede Diyarbakır’ın tek bir sözcükle toplanan binlerce insanı?
Bugünlerde sürekli Amerikan yapımı dizileri izliyorum ve dünyanın teknolojik anlamda geldiği yer beni korkutuyor. Özellikle de biyolojik silah yapımı. Dizilerdeki ana meselelerden biri dünya nüfusunun beklenin üstünde artması. Bu nedenle bizim doğal olduğunu sandığımız pek çok hastalık birilerinin eliyle özellikle de Afrika’da yaygınlaştırılıyor ve kitle ölümleri oluyor. Biyolojik silahlar bir başka türü de sersemletici, kalıcı ahmaklık yapan toz bulutları. Sanki bu bulutların bir kısmı bizim ülkemizde atılmış gibi. Artık böyle düşünmeye başlıyorum, kendimin tırsık halini görünce!
Gene de çıkmayan canda umut vardır. Bizi sersemleten unsurlardan biri de Meclis’te hepimizin gözünün içine baka baka oynanan ortaoyunu, hayır ortaoyununa kıyamam, bu salak durum, hepimizi ahmak yerine koyan bir tuhaf gösteri. Bu tırsık halimden kurtulmak için ne yapmalıyım. Bir tek sanat kalıyor elimizde, öyleyse her zamankinden çok tiyatro, her zamankinden çok sergi, her zamankinden daha çok müze gezmeliyim. Ve her zamankinden çok kedi sevmeliyim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları