Çevirmenin yalnızlığı…

23 Ocak 2017 Pazartesi

Geride bıraktığımız yılda birden fazla yazar ve şair, uğraşlarında yarım yüzyılı doldurdu. Bu nedenle çeşitli toplantılar düzenlendi, gazete ve dergilerde yazılar çıktı. Geçenlerde kitap kurdu bir dostum, bütün bunlara atıfta bulunarak bana şu soruyu yöneltti: “Geçen yıl senin de çeviride elli yılın dolmamış mıydı? Peki, seninle ilgili neden böyle şeyler olmadı? Bu ülkede çevirmen, bu kadar yalnız mıdır?
Bu soruyla karşılaştığımda ilk duygum şaşkınlık oldu. Çünkü kendimle ilgili olarak sanırım aklıma hiç gelmemiş bir soruydu. Ama sonra çabuk toparladım ve dostumu çok bekletmeden şöyle yanıtladım: “Hayır, çevirmen hiçbir yerde ve hiçbir zaman yalnız değildir! Ve sanırım bu yüzden aslında yazardan da, şairden de çok daha şanslıdır. Çünkü çevirmen yola her zaman çevirmeyi amaçladığı bir yazarın, bir düşünürün, bir bilim insanının eşliğinde çıkar. O yüzden de çeviri süreci boyunca hiç yalnız kalmaz …

Çevirmenliğin dışarıdan ve içerden görünüşü…
Şairi, yazarı ve çevirmeni yalnızlıkları bağlamında karşılaştırmak, yukarıdaki soruyla karşılaşana kadar aklıma gelmemişti. Ancak dostuma verdiğim yanıtın doğruluğundan da artık kesinlikle eminim.
Şair ve yazar, uğraşı boyunca kurgularının tek kaynağı olan iç dünyası ile baş başadır; deyiş yerindeyse, hep kendine mahkûmdur, her eserinde kendi iç sürgününü ve ondan kaynaklanan zorunlu bir tek başınalığı yaşar. Uğraşının belli dönemeçlerinde anılmaya ve ilgiye ihtiyaç duymasının birincil nedeni de sanırım budur. Böyle bir yalnızlığı okurlar da gideremez. Çünkü yazar ve şair bağlamında okur, yaratma sürecinin dışındadır.
Oysa çevirmen, daha ilk baştan çevireceği kişi ile üstelik kendisine çok büyük bir sorumluluk da yükleyen bir birliktelik kurmuştur. Sorumluluk yüklenmiştir, zira çevireceği kişi bir şair ya da yazar ise, ona şu sözü vermiştir: “Şimdi ben seni, yazdığından farklı bir dile çevireceğim. Ama bu işi, eserin ile yazdığın dilde yarattığın etkiyi çevirdiğim dilde de olabildiğince koruyacak biçimde yapacağım!
Çevirmenin bu sözünü ne ölçüde tutabileceği, onun yazarı ve yazarın geldiği kültür çevresini ne kadar tanıyabildiğinden bağımlıdır. Çevirmen ile yazar veya şair arasında böyle bir zeminde kurulacak/kurulması gereken ilişki, içersinde çevirmen açısından hiçbir yalnızlığa geçit tanımayacak kadar yoğun bir ilişkidir. Öte yandan elli yılı aşan çeviri deneyimime dayanarak şunu da söyleyebilirim ki, yapılan çevirinin başarısı her zaman söz konusu ilişkinin mahremiyet derecesi ile doğru orantılı olur.

Dünya edebiyatının büyükleri ile dolu bir hayat…
Çevirmenin dışarıdan bakıldığında metinlerle geçen yapayalnız(!) hayatı, aslında başkaca hiçbir birlikteliği aratmayacak kadar zengin bir hayattır. Ben bu gerçeğin bilincine, yaptığım her edebiyat çevirisi ile bir kez daha vardım. Öte yandan bu zenginlik, kimi zaman çevirmeni dış dünya ile arasına belli bir uzaklık koymaya zorlayacak yoğunluğa da varabilir. Bu en azından benim için böyle ve ben bunu, Hermann Broch’tan yaptığım, hayatımın çeşitli aralıklarla yaklaşık kırk yılına yayılan “Vergilius’un Ölümü” çalışmasıyla çok derinden yaşadım. Kendimi ikinci uğraşım olan yazarlığa verdiğim zaman parçalarında aslında çevirmenliğin beraberinde getirdiği birlikteliklerin zenginliğini özlüyorum – hayatımızda kırk yıl süren ve yoğunluğundan hiçbir şey yitirmeyen kaç birliktelik yaşayabiliriz ki!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları