Burhan Sönmez

Dilin anlamı

05 Şubat 2017 Pazar

Her fani, bir gün hapisliği tadacaktır!

Bir ülkenin yurttaşlarına sunulan en önemli vaatlerden biri bu olunca, o ülkenin ruhu ve bedeni hakkında tahminde bulunmak zor değil. Geçen yıl Avrupa’ya vizesiz giriş hayalleri kuran yurttaşların kısa sürede geldiği yer: Hapishaneye sudan gerekçelerle giriş. Yıllar önce paylaştığınız bir tweet mesajı boynunuza yafta gibi asılabilir, bir yakınınız mahkemede yargılanıyor diye sizin pasaportunuza el konabilir, şaşırmayın, burası Türkiye. Kötülükler cumhuriyeti. Yakında o cumhuriyet kısmı da gittiğinde, yalnızca kötülük kalacak. Ece Ayhan’ın “kötülük toplumu” ifadesini andırırcasına...

Hapisten çıkanların “içerideki hapishaneden dışarıdaki hapishaneye adım atıyoruz” demesi, hayatlarımızı tanımlar. Bu kadar çok insanın içeri atılabilmesi, çok daha fazla insanın dışarıda susturulabilmesi sayesindedir. Bu kadar çok hapishanenin yapılması, dışarıdaki hayatın bir hapishane olarak kurgulanmasıyla mümkündür. İstanbul’da veya Diyarbakır’da bir hapishanenin duvarlarına bakmak, yaşadığımız kentlerin aynasına bakmaktır. O duvarlara yazılmış sözleri ise herkes farklı anlamlarla okur.

Otoriterlik, sözü yok etmez, onun anlamını değiştirir. İktidar, dil üzerindeki yeni bir yaratıcılıkla hüküm sürer. Televizyonlardaki tartışma programlarında görülebilir, aynı dili konuşup aynı kavramları kullanan insanlar bambaşka şeyler söylüyor ve birbirlerini anlamıyorlar. Birinin “barış” dediğini diğeri “terör” diye duyuyor. Ötekinin “hoşgörü” dediğini beriki “yıkıcılık” diye tercüme ediyor. Türkiye artık herkesin aynı sözleri kullandığı ama başka dilleri konuştuğu bir ülke. Yan yana büyüyüp birbirine yabancı ölen ve kendisine benzemeyenden nefret eden yurttaşların diyarı. Herkes bir diğerini, kendi yaşadığı kuyuya çekmeye çalışıyor. Güçlülere benzemek için can atıyor, dirlik ve düzen adına itaat vaat ediyorlar. İlahi söylenceler bile hayatın varlığını Havva’nın cennetteki itaatsizliğine bağlamışken... İnsan, itaate karşı, kendini ifade etmeyi seçmiştir. Varlığının doğası bu.

Eski zaman filozoflarının doğalcılığında saklı olan naiflik, kötülüğün karmaşıklığı ve örgütlenme becerisi karşısında geriledi, görünmez hale geldi. Yine de insanı temsil eden, o naifliktir. Amerika Birleşik Devletleri’nin başındaki yeni, cilasız fenalık karşısında önceki hafta dünya genelinde altı yüz kentte sokağa çıkan milyonlarca kadın, oradan beslenir. Ülkemizde orduyu, polisi, yargıyı ve bilumum devlet kurumunu elinde tutan, medyayı da devlet kurumu haline getiren iktidara karşı hâlâ kalemi ve sözüyle duran insanlar da o naifliği taşır. Sertliğin karşısında yumuşaklığı ve bir tür zayıflığı da çağrıştırır. Herkesin birbirine sağır olduğu bir zamanda, bu naiflik bir olumluluk olarak tercüme edilebilir. Sert olup kırılanlardan değil esneyip ısrarla toprakta kalanlardan yana, toprağa düştüğünde bu sefer toprağın altında yeşerenlerden yana bir tercüme...

Sözün gücü, barındırdığı harflerin veya seslerin çokluğunda değil, anlamındaki sabırda ve ısrarda yatar. Duvarların içindeki tek bir insan, dışarıdaki herkesin sorusunu kendinde taşır ve akıllı ama çaresiz görünenler adına deli olmayı göze alır. Tımarhanenin önünden geçen biri, duvardan bakan deliye, “İçeride kaç kişisiniz?” diye sorduğunda, delinin, “Siz dışarıda kaç kişisiniz?” diye karşılık vermesi, anlamı sorgulamaktır. Hayatın değersizleştiği günümüzde, hakikat karşısında bütün ulusal diller tali hale gelir; esas dil, sözcüklere verdiğimiz seste değil anlamda ortaya çıkar. Ağaca ağaç ve özgürlüğe özgürlük diyebilmektir dil; ve ağaç dediğimizde, karşımızdaki insanın zihninde dört harfli bir kelime değil kökleri toprakta, dalları gökte, yeşil bir bitkinin canlanabilmesidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dilin anlamı 5 Şubat 2017

Günün Köşe Yazıları