Çiğdem Toker

İkbal yabancılaşması

10 Şubat 2017 Cuma

Adalet ile ikbal arasındaki bağlar muhtelif.
Altın varaklı görgüsüz bir otel olacakken, ek adliyeye dönüşmesi uygun görülmüş o binayı tarifte kullanılan lokantayı kastetmiyorum.
Evet o da Ankara’da. Fakat başkentte salgına dönüşmüş öteki ikbalden söz ediyorum şimdi. Bu “çağ yangını”nın anahtar kelimesinden.
Malum iki anlamı var ikbalin: Baht açıklığı ya da yüksek bir makama erişmiş olma durumu. Söz ettiğim, ikincisi.
Öğretim üyelerini, onların kimliğinde, Cumhuriyetin köklü üniversitelerini tasfiye eden “bir kısım” kadronun halini de anlatan ikbal.
Erişilen yüksek makamda -artık bakanlık, rektörlük ya da dekanlık, hangisi ise-olabildiğince uzun süre kalmak, öylesine vazgeçilmez bir amaca dönüşmüş, hukuki ve insani değerlerin cümlesinin birden öyle önüne geçmiş ki, altına imza atılmış ihraçların, bireysel-toplumsal sonuçları ile bağların kopması kaçınılmaz hale gelmiş.

***

İkbal yabancılaşması diyoruz biz buna.
“OHAL’de referandum olmaz” diyen Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, dünya çapında orkestra şefi İbrahim Yazıcı ile terör örgütleri arasında ilişki kurduracak, bundan mahcubiyet duyurmayacak ölçüde devasız bir hastalık.
“Kırmızı çizginiz nedir? Kaç kişi daha atılırsa o görevde durmazsınız?” sorusunu duymazdan geldiren bir yabancılaşma.
Ne bilime adanmış onca yıl, ne -bir kısmı ikbal sahiplerinin çocuğu yaşındaki-öğrencilerin geleceği, ne üniversitelerde o kadroların bir daha nasıl yetişeceği, oluşacak büyük zamansal ve birikim kaybı, özlük hakları da ellerinden alınan hocaların nasıl mutfak alışverişi yapıp çocuklarını nasıl okutacağı...
Öyle derin bir yabancılaşma, insani olandan öyle ürkütücü bir uzaklaşmadır ki bu, gece yastığa baş koyunca “Ya ne yaptım, bugün bir imza attım ama, hangi hayatların, hangi emeklerin nasıl canına okundu? Kimlerin geleceğini çalmış olabilirim? Bu ülkeyi kaç yıl daha geriye düşürmüş olabilirim?” gibi düşüncelerin kazara o başa üşüşme ihtimali yoktur.
Varsa yoksa, sahte bir tevazuyla maskelenen iktidar ortaklığı, ilişkileri ya da adacıkları.

***

Kabinede Mülkiye mezunu bakanlar var mesela. Tıp, hukuk okumuş olanlar.
Devlete girerken, terfi alırken ne kadar önemliydi o diplomalar kimbilir.
O diplomalarla edinilen makamlarda atılan imzaların, bugün; kimisi büyükleri, kimisi küçükleri kimi dönem arkadaşları onlarca hocanın hayatını karartmaya araç oluşu nasıl hissettiriyor ki kendilerini.
Ha şunu da not düşmeden geçmeyelim: OHAL KHK’lerindeki bazı imza sahiplerinin, o imzaları “falanca öğretim üyesi ihraç edilsin” diye bilip atmamış oluşu muhtemeldir. Eski bir Ankara geleneği faslından, boş kararnameye atılmış imzaların üstünün sonradan doldurulması, altına ihraç listelerinin eklenmesi akla uzak ihtimal değil. Tabii bu da dramın bir başka sayfası. Ama o bile bize dram işte. İmza sahiplerine değil.
O kadar ki, imzasını yüzlerce hoca, onbinlerce öğrencinin geleceğinin karartılmasına amade kılanların, yarın bir kürsüde Ar-Ge inovasyon, eğitime yatırım konuşmalarını art arda sıralaması işten bile değildir.
Böyledir ikbal yabancılaşması. İnsanın zekâsına dahi hakaret etmeye kalkar.
Lakin gücü tek bir kilidi açmaya yetmez:
Makamla değil, emek ve sevgiyle kazanılmış saygınlıktır o kilidin adı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları