Bület Şık

İçeriye Mektuplar... Bülent Şık, Hakan Kara'ya yazdı

12 Şubat 2017 Pazar

Sevgili Hakan Kara, medyada ekoloji, popüler bilim, teknoloji içerikli yazılar yazan az sayıda gazeteciden birisiniz ve yazdıklarınızı kaçırmadan okumaya çalıştım hep.

4 Eylül 2016 Pazar günlü Cumhuriyet’te yer alan “Uzaydan Gizemli Sinyal” başlıklı yazınızda Rusya’daki RATAN600 radyo teleskobu tarafından yakalanan ve NASA’nın “Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması” (SETI) programındaki uzmanlarca dünyaya 94 ışık yılı uzaklıktaki HD164595 yıldızının yakınından geldiği belirlenen bir sinyalden söz etmiştiniz.

Yazınızda belirttiğiniz gibi, Dünya dışı yaşam konusunda araştırmalar yapan METI International’ın Başkanı Astronom Douglas Vacoch, “Önemli bir keşif, çünkü sinyal Güneş’e benzeyen bir yıldızın yakınlarından geliyor. Ve eğer yapaysa, insanoğlundan çok daha gelişmiş bir uygarlık tarafından üretilebilecek derecede güçlü bir sinyal” açıklamasını yaparak var olan heyecanı epeyce artırmıştı. Eğer bu sinyal gelişmiş bir uygarlık tarafından gönderildiyse bir yanıt verilip verilmemesi ya da nasıl bir yanıt verileceğine dair tartışmalar da tekrar başlamıştı.

Yanıt vermek zorunda olsaydık, olası bir yanıt ne olabilirdi?

Peru’da Nazca Düzlükleri’nde, M.Ö. 200 ile MS 700 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen yeryüzü şekillerini hatırlarsınız. Bazılarının uzunluğu kilometrelerle ölçülen bu şekillerin neden yapıldığı ile ilgili pek çok görüş var.

Nazca şekillerinin yüksekten bakılmaksızın muntazam bir şekilde çizilmeleri olanaksız görünüyor. Bu şekillerin takvim ya da gökbilimle ilgili oldukları düşünülüyor. Ancak uzaylılarla iletişim sağlamak ya da onlara bir mesaj göndermek için çizildiklerine inananlar da var.

Ama bu şekillerin yapılış nedenine dair en hoş öykülerden biri ‘Tristan Bernard’ isimli bir yazara ait.

Bernard’ın yazdığı öyküye göre bir gün Dünyalılar, çok uzak bir gezegenden kendilerine bir takım sinyaller gönderildiğini tespit ederler. Gelen sinyallerin ya da mesajın anlamını çözmek için çok uğraş verilir. Sinyaldeki mesajın ne olduğu konusunda her kafadan bir ses çıkar; sinyalin içeriği tam olarak anlaşılamaz. Uzun tartışmalardan sonra Sahra Çölü’ne onlarca kilometre uzunluğunda çok büyük harfler çizerek olabilecek en kısa sözcükle bir yanıt vermeye çalışmanın yapılacak en akıllıca şey olduğuna karar verilir. Verilecek yanıt için de “Efendim” sözcüğünün çok uygun olacağı konusunda görüş birliğine varılır. Biri size seslendiğinde yanıt olarak “efendim” dersiniz ya, onun gibi. Yıllar süren büyük bir çabayla kuma büyük harflerle “Efendim” yazarlar.

Bir süre sonra o uzaktaki gezegenin sakinlerinden bir cevap gelir: “Teşekkür ederiz ama mesajımız size değildi.”

Umarım içeride sizi bir parça olsun gülümsetmeyi başarabilmişimdir. “Uzaydan Gizemli Sinyal” başlıklı yazınızı okurken aklıma gelen bu öyküyü, şimdi size gazetenizdeki köşenizden aktarma fırsatı buldum. Ama keşke böyle olmasaydı, içimi burkan bir şey bu. Tutukluluğunuzun bir an önce sona ermesini diliyorum, elbette sizin gibi haksız, hukuksuz şekilde tutuklanan herkes için.

Sağlıcakla kalın.

NOT: Yazıda geçen Tristan Bernard’ın öyküsü, Umberto Eco ve J.C. Carriere’in kitaplar ve dolayısıyla tarih üzerine karşılıklı sohbet ettikleri “Kitaplardan Kurtulacağınızı Sanmayın” adlı kitapta yer alıyor. Kitap Sosi Dolanoğlu’nun harikulade çevirisi ile Can Yayınları tarafından basıldı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları