Leyla Tavşanoğlu

Herkes kendi mahallesine

04 Mayıs 2014 Pazar

Nebil İlseven siyasilerin ait olmadıkları partilere gitmesindeki sakıncalara dikkat çekiyor:

Toplumcu Düşünce Enstitüsü henüz bir yaşında yepyeni bir düşünce kuruluşu. Sosyal demokrasi ilkelerini benimseyen kuruluşun başkanı Yardımcı Doç. Dr. Nebil İlseven. İlseven kısa bir dönem CHP İstanbul İl Başkanlığı’nı yürütmüştü. Türkiye’nin bugünkü tablosuna baktığında iki önemli kırılma noktasına dikkat çekiyor. “Ekonomideki borç yükü üzerine kırılganlıkla, çizgileri kalınlaştırarak demokratik çözüme varmaya çalışmak ve dayatmalar önümüzdeki dönemde çok ciddi faktörler olarak ortaya çıkacak” diyor.
- Toplumcu Düşünce Enstitüsü nasıl oluştu?
N.İ.- Ben 1980’li yılların sonunda SHP’ye yakın olan TÜSES Vakfı’nın özellikle savunma ve dış politika çalışma gruplarında görev almıştım. Daha sonra TÜSES’in üç dönem yönetim kurulu üyeliğini yaptım. Ayrıca yine o dönemde kurulmuş olan SODEV’in de hâlâ üyesiyim.
O dönem hem TÜSES hem SODEV’de siyaseti besleyen, siyaseti farklı bir düzeyde anlamaya çalışan ve siyasetin geleceğine yönelik olarak farklı yaklaşımların oluşturulması fikrini uygulamaya koymaya çalışıyorduk. Ben, daha önce Washington merkezli Center for Strategic and International Studies (CSIS) isimli düşünce kuruluşundaki çalışmalarımdan edindiğim deneyimlerle burada neler yaparım arayışı içindeydim. Biz arkadaşlarımızla bunu paylaşıyorduk.
Benim CHP’yle son temasım İstanbul İl Başkanlığımda oldu. Ondan sonra siyasetin farklı bir şekilde kavranması, farklı biçimde yeniden şekillendirilmesi ve topluma bir umut ve hedef olarak tekrar sunulması için partide olduğu kadar ama çok daha fazlasıyla da parti dışında gerçekleştirmemiz ve katkıda bulunmamız gerektiğini gördüm. Düşünce tankı, düşünce üretimi yaklaşımıyla konulara yaklaşmamız gerektiğini düşünen arkadaşlarımız çalışmalarımızı sivil toplum örgütlenmesi çerçevesi içinde yapmamızın uygun olacağını düşündük. Bunu da Toplumcu Düşünce Enstitüsü olarak 2012’de şekillendirmeye başladık.
2013’te ilk kuruluş faaliyetlerimizi tamamladık. Bu arada farklı toplumsal gelişmeler, özellikle de Gezi olayları bu çalışmalarımızı yavaşlattı. Ama 2013 sonu itibarıyla bütün altyapımızı oluşturduk. Artık uygulama aşamasına geldik. Bizim düşüncemiz siyaseti farklı biçimde kavrayalım, farklı alanlarını projelendirelim ve bu projeleri topluma sunalım doğrultusundaydı.
- Siyasi partiyi bu şekilde parti dışı çalışmayla beslemek Batı dünyasında çok yaygın değil mi?
N.İ.- Biz özünde düşünce kuruluşu olarak çalışmalarımızı yapıp daha geniş bir kitleye bunu sunabilmek amacındayız. Yurtdışında bu tip kuruluşlar çok yaygın. Kıta Avrupası ülkelerinde bu çalışmalar resmi olarak siyasi partilerle birlikte yapılıyor. Avrupa geleneği bunu siyasetin organik bir parçası kabul ediyor.
Ama Anglosakson geleneğine baktığınızda orada bu çalışmalar daha rekabetçi ve daha bağımsız, siyasetten beslenen ve siyasete katkı sunan formatlar da içinde. Ama siyasetin organik bir parçası, siyasetle özdeşleşen bir yapı içinde değil. Düşünce kuruluşu mantığını kendi bağımsız akışı içinde yürüten bir formatta yapıyor.

Demokratikleşme olayıyla yüzleşmemiz ve bu sorunu çözmemiz lazım. Bu topraklar üzerinde yaşayan bütün insanların arasındaki geçişkenlikleri siyaset sistemine doğal ve organik olarak taşıyan mekanizmalar üretmeliyiz.  

Siyasetin önünü tıkayan en önemli sorun temsil konusu. Seçim barajını bütün siyasi hesapların ötesinde memleket sorunu haline getirmeli ve bu sorunu çözmeliyiz. Herkes kendi mahallesinde siyaset yapmalıdır.

‘Geleceğinden kaygı duyanların oyları muhafazakârlara gidiyor’
- Toplumcu Düşünce Enstitüsü Anglosakson geleneğine sanki daha mı yatkın? N.İ.- Biraz Anglosakson modelini kendimize de uygun bir şekilde adapte ederek yola çıkarız diye düşündük. Kurumsal olarak bağımsız ama yolunu sosyal demokrat, sol, ilerici yurtsever kesimde belirlemiş bir düşünce kuruluşu olarak örgütlenelim istedik.
Bunu yerel ölçekte gerek siyasi parti örgütleri ve yerel sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yürütebileceğimiz bir yapı oluşturmayı hedefledik. Emekleme dönemimiz bitip artık yürüyüşe başladığımız zaman hedefimiz sadece İstanbul’da değil bütün Türkiye’de benzer sivil toplum kuruluşlarıyla ya da bu çizgideki tabanda bulunan siyasal örgütlenmelerle politika geliştirme ve sunma çalışmalarımızı daha kurumsal olarak yürütmektir.
- Son yerel seçimler bir anlamda Türk halkının farklı kültürel değerlerini ortaya koydu. Prof. Dr. Yılmaz Esmer de 2012’de Türkiye Değerler Atlası adlı bir kitap hazırladı ve hangi partiye oy veren kitlenin öncelikli değerlerinin neler olduğunu saptadı. Siz bu farklı değerlerin bir analizini yapar mısınız?
N.İ.- Bizim yaşamın gerçekliğinden yola çıkarak gördüğümüz Türkiye’de bugünü kurtarmaya çalışan, geçim derdi ve kendisini var etme mücadelesi veren toplum kesimleri olduğu. Bu kesimler için ideolojiler, belli değerler henüz çok etkileyici değil. Bu kesimler daha çok muhafazakâr, mütedeyyin gruplar.
CHP’nin bu kesimlerden çok fazla oy almadığını görüyoruz. Bu kesimler içinde daha az eğitimli olmakla birlikte daha çok kadın oyunun muhafazakâr partilere, daha yaşlı kesimler içindeki oyların da yine muhafazakâr partilere verildiğini görüyoruz. İlginç bir biçimde yine bu gelecek mücadelesindeki kesimler içindeki gençler de son zamanlarda daha çağdaş, daha ilerici yapıları temsil eden CHP’ye oy veriyor.
Yani, her kesimin kendi içinde, yaş, meslek grubu ve eğitim itibarıyla çok farklı eğilimleri var. Biz enstitü olarak bu konuyu geçen hafta Prof. Esmer ve kamuoyu analisti Adil Gür’le yaptığımız bir toplantıda ele aldık. Gelecek mücadelesi veren ve geçim kaygısı taşıyan bu kesimler var oluşları itibarıyla şu anda daha muhafazakâr partilere oy veriyorlar. Prof. Esmer’in kitabındaki haritasında bulunan Türkiye’nin İsveç’i diyebileceğimiz, felsefi anlamda modern, yaşam biçimi anlamında çağdaş, dünya görüşü itibarıyla aydınlık kesimlerinin ise şu anda daha çok CHP’ye oy verdiğini görüyoruz.
- Yani, yerel seçim sonuçları ortada olduğuna göre bu bize Türkiye’nin hızla çağdaşlıktan uzaklaştığını mı gösteriyor
N.İ.- Hayır. Aslında ilk defa oy kullanan seçmen ve genç kesimler giderek çağdaş dünya görüşüne yakın, daha evrensel değerlerle barışık, evrensel değerlerin geliştirilmesine yönelik siyasetlerin arayışı içindeler.
Biz bir düşünce kuruluşu olarak bu evrensel değerlerle barışık toplum kesimlerine uygulamaya yönelik politikaların nasıl geliştirilebileceğini kendimize ilgi alanı olarak seçtik. Bir sosyolojik determinizme kapılıp, bu Atlas böyle, bu toplum böyledir, deyip karamsarlık ya da statik algılamaya kapılmadan belli düşüncelerimizi, hedeflerimizi, anlayışlarımızı şimdi olduğundan daha net bir şekilde tanımlar ve bunu samimi politika önerilerine dönüştürebilirsek o zaman toplumdaki bu büyük arayışı yakalayabiliriz. Bu şekilde Türkiye’yi kalıcı bir büyüme ortamı içinde küresel düzenle barışık bir düzeye çekebiliriz, diye düşünüyoruz.
Pek çok düşünce kuruluşunun aslında buna yönelik bir üretim ve etkinlik süreci içinde olması faydalı olacaktır. Biz bu düşünce ve hedeflerle bir araya geldik zaten.
- Türkiye’nin yakın gelecekte çok ciddi ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalacağı dillendiriliyor. Biz burada hep siyasetten söz ettik ama ekonomiye hiç değinmedik. Bu konuda ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
N.İ.- Türkiye’nin ekonomik sıkıntıdan kurtulduğunu söylemek çok zor. Ülke hâlâ ekonomik olarak kendini besleyebilen, kendi kaynaklarını verimli ve sürdürülebilir olarak kullanan bir yapıya ulaşmış değil. Özellikle son 20 yılda daha da belirginleşen borç üzerine büyüme, başkasının kaynağı üzerine bir hayat inşa etme süreci yaşadı. Bu sürdürülebilir değildir. Türkiye’yi daha da kırılgan hale getirir.

Büyümenin özü dışa bağlı
- Yani Türkiye, mantar örneği iki çenekli bir bitki gibi bir başka bitkinin üzerine yapışmış ondan mı besleniyor?
N.İ.- Aynen öyle. Biz bir büyümeden söz ediyoruz ama o bizim değil. Bunun özü ve kökü dışarıya bağlı. Bunu sürdürmek, geliştirmek ve gelecek kuşaklara aktarılması mümkün değil. Bu konunun üzerinden bazı meselelerin ele alınması gerekiyor.
İkinci olarak, Türkiye bugün etnik sorun üzerinde yoğunlaşmış olan demokratikleşme sorununun samimiyetle köküne inmek zorunda. Sonuçta biz bu topraklarda yaşayan 70 küsur milyon insanı sisteme nasıl katabiliriz? O sistemin ürünlerini de adil biçimde nasıl paylaşacağız? Bunu siyaset, sosyolojik ve ekonomik olarak nasıl yapacağız ve insana nasıl taşıyacağız?
Demokratikleşme olayıyla yüzleşmemiz ve bu sorunu çözmemiz lazım.
Bu Türkiye’nin en önemli kırılganlıklarından bir tanesi. Israrla dayatılacak bazı yaklaşımlar etnik konuların daha kemikleşmesi, bir daha geri dönülemez hale gelmesine yol açacaktır. Bu gerçeği görmemiz lazım. Bu topraklar üzerinde yaşayan bütün insanların arasındaki geçişkenlikleri siyaset sistemine doğal ve organik olarak taşıyan mekanizmalar üretmeliyiz. Bu farklılıkların ülkenin kırılganlığına değil zenginliğine dönüşmesi gerekir. Artık psikolojik olarak bu geçişkenlikler mümkün. Biz siyaset dünyasına bu fizik gerçeği taşımalıyız.

2001 krizi KOBİ’ler sayesinde atlatıldı
- Bu konuyla ilgili Erdal İnönü’yle yaşadığınız bir anınız var. Onu anlatır mısınız?
N.İ.- Erdal İnönü’ye, “Bir kere macun tüpten çıktı. Artık içeri sokmak mümkün değil” demişler. Erdal Bey hemen şu cevabı vermiş: “Çıktığı gibi girer. Yeni tüplerde bunu yapmak mümkün.”
Toparlamak gerekirse, ekonomideki borç üzerine kırılganlıkla siyasetteki kırılganlık yani çizgileri kalınlaştırarak çözüme varmaya çalışmak, dayatmalar, önümüzdeki dönemde çok ciddi belirgin faktörler olarak ortaya çıkacaktır.
Türkiye hâlâ dünyanın en düşük tasarruf oranı olan ekonomilerinden birisi. Bu da hâlâ kaynak sorunu olduğunu gösteriyor.
- Siz diyorsunuz ki kaynak sorunu var. O zaman borç da almadan ekonomi nasıl büyüyecek? Demokratikleşme sorunu nasıl aşılabilecek?
N.İ.- İki noktanın da pozitif taraflarını bulmamız lazım. Bir kere yerel ölçekte, kendi öz gücümüze dayalı plan, proje ve yaratıcılık getiren herkesi desteklemeliyiz. Dünya ekonomisi şu anda ülke ya da varlıklara sahip olmak üzerine kurulu mekanizmalardan varlıkların paylaşıldığı mekanizmalara evriliyor. Türkiye’de mutlaka artık bu yaklaşımı benimsemeliyiz. Dünyada mega proje diye bir şey kalmadı. Artık gerçek ekonomik değer yaratan ve paylaşımcı mekanizmalar oluşmaya başladı.
Son 20 yılda biz Türkiye’nin en önemli itici gücünün küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) olduğunu gördük. Buradaki sinerji ve öz kaynak gücünü devreye sokmalıyız. Türkiye, unutmayalım ki 2001 krizini de KOBİ’ler sayesinde atlattı. Siyasetin önünü tıkayan en önemli konu temsil sorunudur. Artık seçim barajı konusunu bütün siyasi hesapların ötesinde memleket meselesi haline getirmeli ve bu sorunu çözmeliyiz. Herkesin kendi mahallesinde siyaset yaptığı, yaptığı siyaseti de parlamentoya taşıyabildiği bir sistemi kurmak zorunluluğumuz var.

P O R T R E

NEBİL İLSEVEN
ABD’de Kentucky Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve ekonomi öğrenimi gördü. Uluslararası ilişkiler ve ulusal güvenlik politikaları konusunda yüksek lisans derecesini aldı. Merkezi Washington’da olan Center for Strategic and International Studies (CSIS) isimli düşünce kuruluşunda çalışmalar yaptıktan sonra Türkiye’ye dönüşünde özel sektöre geçti. ENKA Holding’de üst düzey yöneticilik yaptı.
ATV televizyon kanalının
kuruluş çalışmalarında bulundu.
Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurulu’nda (BDDK) Başkan Yardımcılığı yaptı. Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bunun ardından Doğan Holding’de genel koordinatörlük yaparken kendini bir gün içinde CHP İstanbul İl Başkanı olarak buldu.53 gün süren il başkanlığından istifa etti.
Şimdi Işık Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak dersler veriyor. Toplumcu Düşünce Enstitüsü isimli düşünce kuruluşunun başkanı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları