Hikmet Çetinkaya

Demokrasi casusluk değildir...

21 Şubat 2017 Salı

Bulutlar uçuşuyor muydu yoksa gökyüzü mavi yalnızlığı sevdayla buluşturuyor muydu!
O sırada aynaya baktı...
Shakespeare’in dizeleri geldi usuna:
“Yaşlısın deseler de bana... İnanma aynalara/ Gençlik ve sen aynı yaştasınız ya!”
İçinde derin bir sızı. Bir tutku alev alev. Bilinmeyene doğru yürüyordu.
Zamanı saatine göre ayarlıyordu...
Bir yılda en az 300 kadın ve genç kızı öldüren bir toplumduk.
Bir yılda resmi verilere göre tecavüze uğrayan 150 kadın ve genç kıza neredeyse “öldürmedik ya” diye çatacak, bir çatık kaş ortamında yaşıyorduk.
Devlete göre yıllık toplam cinayet sayısının 3 bin olduğu ve öyle durumlarda kadın, erkek, hatta çocuk ayırmayan bir ortamdan söz ediyorduk.
Onca ölüm var...
Gerçekten dol dol dolmuyorsun, doy doy doymuyorsun be güzel yurdum...
Tüm tarihi, tüm hayatı, tüm toprağı “kanla sulanan” diye kaç yazı yazdığımı anımsamıyorum.
Bir türlü kandan çıkamıyoruz.
Kaderini kader, kara tarihini kadim tarih saymazsan, hiçbir anne, benim yavrum büyüyecek, kana bürünecek, kara toprağa girecek diye ninniler söyler mi?

***

Yaşamın o derin sularında, sevda yağmurları yağarken kuşlar havalanıyor evlerin çatılarından...
Adam aynaya bakıyor dakikalardır...
Sonra gözlerini yumup fısıldadı:
“Yaşlanıyorum...”
İlkyaza açılan kapının önündeydi...
Bir şiiri anımsamaya çalıştı:
“Korkutuyor beni güzelliğin/ Açım sana, susadım sana...”
Yannis Ritsos’la konuşuyordu artık. Onun dilinden sevda türküleri söylüyordu. İnce bir gül tacı bir bardak suyun içinde duruyordu.
Bir batık kenti düşündü.
Aynaya baktı uzun uzun...
Okumaya başladı:
“Biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına/ Biliyorum, evet, öldüğüme göre, diyor kadın/ İki gömleğim de ütülendi, çekmecede/ Sadece küçük bir gül benim özlediğim.”
Pencereye doğru yöneldi...

Tuttuğu notları masanın üzerinden alıp okumaya başladı:
“En yetkili ağızların açıklamasına göre, 2015’te çoğu 7 Haziran sonrası, ölen sivil sayısı 300.
Aralarında 80 yaşında dede de var, 3 aylık bebek de, cesedi bir hafta sokakta kalan, henüz defnedilemeyen 11 çocuk annesi Taybet Hanım da.”

***

Yıldızlar gece buluşmalarını sever mi?
Şair Attila József ne diyor:
“Muhtacım sana... çalışan kalabalık/ Nasıl işe, ekmeğe, özgürlüğe muhtaçsa/ Nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında/ Çünkü gelecek doğmadı daha acılardan.”
O acılar içimizde saklıydı bizim bunca yaşanmışlıklarda.
Bir usta bunu nasıl anlatır, tarihe nasıl not düşer?
Şöyle:
“Bu cehennemi işin finansmanı ve teşvikinde, Körfez devlet ve istihbarat örgütlerinin kirli parasından, Batı’nın ikiyüzlü politikalarının ayakçılığına kadar ne varsa, bunlar devlet sırrı değil, devlet kiridir. Demokrasi, yurttaşların bunları öğrenebilme, bilme hakkına da dairdir.
Demokrasi casusluk değildir!

Gazetecilik, Meclis ve gerçekten bağımsız yargı, bunların da ortaya çıkarılmasına ilişkin sorumluluklar taşır.
Yerine getirir, getirmez, o ayrı...
.....
Yere düşmüş işçiye vurulan tekme nasıl canımızı acıtmış ve hâlâ acıtıyorsa, yere düşmüş Kürt, Türkmen, Alevi, Sünni, Ezidi, Hıristiyan, Arap kadınlara, çocuklara, gençlere, erkeklere vurulmuş her hançer de içimizi kanatır.”
Aynen böyledir...
O hançerlerde kimin parmak izi varsa...
Kim, yataklık etmişse...
Oyunun arka planında kimler saf tutmuşsa...
İçimizi kim kanatmışsa...
Suç, ortaya çıkmadığı sürece sadece suçtur. Ortaya çıkınca mahkûmiyet kapıya dayanır...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları