Hikmet Çetinkaya

Harfler uyanıyor...

23 Şubat 2017 Perşembe

Susuyor, konuşmuyor, vicdanımızın sesini dinlemiyoruz.
Ayakta kalabilmek.
Direncimizi kazanabilmek.
Tüm bunları unutup hayatın sayfalarında yitirdiklerimizi anımsayıp zamana ayak uydurmak.
Yapabiliyor muyuz?
Hayır!
Kolay kanıyoruz...
Göz yumuyoruz...
Düşman belliyoruz...
Avuçlarımızdan kayıp gidiyor tüm değerlerimiz.
Barış, demokrasi, özgürlük... Bunun için barış bildirisine imza atan akademisyenlerin mesleklerinden ihraç edilmesini hiç önemsemiyoruz.
KHK ile Marmara Üniversitesi’nden atılan Prof. Dr. Özdemir Aktan’ın söyledikleri bir kulağımızdan girip ötekisinden çıkıyor.
Bir oda...
Duvarda asılı diplomalar, ödüller...
Mesleğinde tam 40 yıl.
Bunca emek, bunca çaba...
Geride az sayıda arkadaşları, çok sayıda öğrencileri ve asistanları.
Özdemir Hoca veda ediyor onlara ve küçücük odasına.
Yaz ayının mavisi gibi gökyüzü...
Işığı otlara düşmüş...
Pencerenin pervazına, camlarına.
Zambağın şarkılarla doğması gibi bir şey işte.
Acı, hüzün...
Islak bir rüzgâr belki uzaktaki.
Bir hıçkırık...
Bir şarkı...
Harfler uyanıyor ve gidiyor ellerin hızına uyarak...

***

Suskunluk burada başlıyor...
Hüzün burada başlıyor...

Arkadaşımız Sibel Bahçetepe’nin sorularını şöyle yanıtlıyor:
“En önemli sorun onlar. Onlardan uzaklaştırılmak beni üzdü ihraç edilmek değil. Bunun dışında beni daha fazla üzen ise barış, insan haklarına saygı ve daha demokratik bir ülke istediğimiz için ihraç edilmemiz.
Bunu istemeyecek bir tıp insanı var mıdır?
Bir daha olsa hiç düşünmeden barış bildirisini imzalarım.
Biz şunu söylüyoruz, savaş bir halk sağlığı sorunudur. Bir hekim sonuna kadar barışı savunmak, insan yaşamını korumak zorundadır.
Bu tür ortamlarda hep Edward Said örneğini hatırlamak gerekir. İsrail’in Filistin’e yaptığı baskıları protesto için sınırda simgesel taş atma eylemine katılıyor. ABD’deki Yahudi lobileri Said’e linç girişimi başlatıyor. Said’in Columbia Üniversitesi’nden uzaklaştırılmasını istiyorlar.
Bunun üzerine rektörlük devreye giriyor, üniversitelerin her türlü düşünceye açık olmasını savunan bir açıklama yapıyor. O açıklama tüm rektörlere gönderilmeli. Bizde maalesef rektörler ihbarcı konumunda.”

***

Bir zaman tünelinden geçiyoruz...
Bilim insanları kanun hükmünde kararnameyle işlerinden atılıyor...
Tarih babanın yazdığı çizgili deftere not düşüyorum.
İçinde yaşadığımız dağdağalı günleri, geniş zaman ufkuna yerleştirebilmek için küçük bir denemeye girişelim isterseniz.
Tarihin takviminde 1789’a ulaşıncaya dek geriye saymak eğlenceli bir iş olmaz mı?
Diyelim ki 18. yüzyılın sonlarındayız...
19. yüzyıla 11 kala...
Fransa’da devrim patladı.
1789 İnsan Hakları Bildirisi, Avrupa’nın gönderine çekildi. Güçlenen burjuva sınıfı, köylü ve kentli halkı ardına takmış sürüklüyor.
Fransa’da ilk cumhuriyet kurulduğu zaman takvim neyi gösteriyor?
1792 değil mi!
19. yüzyıla 8 var...
O zaman birisi çıkıp da 22 yıl sonra krallığın yeniden kurulacağını söylese kim inanırdı?
Tam 10 yıl Fransa çalkalandı: Kan, ter, terör, korku, kargaşa, giyotin...
1789’dan 99’a gelindiğinde halk, güven ve düzen arıyordu.
Napolyon’un hükümet darbesi için tam sırasıdır.

***

19. yüzyıla generalin yönetiminde giriyor Fransa...
Savaşlar, Avrupa’da kralların kurduğu kutsal bağ, Napolyon’un Avrupa’yı hallaç pamuğu gibi atması...
Sonuç nedir?
Napolyon yenilgiye uğrar, Fransa’da krallık ülkenin başına oturtulur...
Hikâye uzundur...
Özdemir Hoca, çok sevdiği üniversitesinden, hastalarından, öğrencilerinden, asistanlarından sessizce ayrılıyor.
İçinde hüzün yumağı...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları