İki dünya arasında: Atatürk mucizesi

26 Şubat 2017 Pazar

Karşımda iki güçlü kadın... Biri sanat dünyamızın duayeni, müzecilik tarihimizin mihenk taşlarından Nazan Ölçer; biri iş dünyasının en başarılı ve en güçlü temsilcilerinden Güler Sabancı... İkisi de sadece ülkede değil, çağdaş, evrensel değerler yelpazesinde dünya çapında isim yapmışlar...
İkisinden Sabancı Müzesi’nin 15 yılının serüvenini dinlemek; bu serüveni dillendirirken birbirlerine olan sevgi ve saygıya tanık olmak; birbirlerini yüceltmelerini izlemek; herkesin birbirini boğazlamaya hazır olduğu ya da depresyona girdiği şu sıralarda bana ilaç gibi geldi.

Sanki bin yıllık
15 yıl mı dedim? Ne çabuk geçivermiş yıllar! Yok, yanlış söyledim!
Orada izlediğim sergiler ve o sergilerden geriye bende kalan birikim öyle işlemiş ki içime, sanki o müze bin yıldır orada... Tortusu öylesine derin.
Bu serüvende “Evinden feragat eden duygusal insan Sakıp Sabancı’yı ve onun bilinçli seçimini” anmadan edemezdik... “Dünya çapında bir müze için dünya çapında bir kadın müdür gerekliliğini” ilk gören olmuştu. (Yaş haddinden Nazan Ölçer’in İslam Eserleri Müzesi Müdürlüğü’nden çıkarılmasını ve buna karşı direnişimizi nasıl unutabilirim ki! Sonuçta: Şerden hayır doğdu!) Ve “Bilgiyle donatılmış cesaretle” Nazan Ölçer kolları sıvadı. (Tırnak içindeki tüm tanımlamalar Güler Sabancı’dan.)
15 yıldır her sergi uluslararası standarttadır. Her sergi bir öykü anlatır. Her sergi kapsadığı alandan çooook daha geniş bir alana yayılır. Üretken olur. Eğitim aracına dönüşür.
Sergiler gelir geçer, geriye birikimi kalır. Görme biçimleri, tartma, tartışma yöntemleri kalır. Sorgulama, düşünme, düşündürtme kalır. Yaratıcılık, düş gücü ve “başka dünya mümkün” kalır.
Başlıktaki “İki dünya arasında” tanımlaması, iş dünyasıyla sanat dünyasının buluşmasını kast etmiyordu... Ancak yazıyı yazarken ikisinin birbirine köstek değil destek olduklarında gerçekleşecek mucizeye de işaret ettiğini gördüm... Bu destek sınırlamayı, baskıyı değil, sadece yer açmayı, olanak sağlamayı, desteklemeyi, “gölge etmemeyi” ve özgür düşünceyi kapsadığında başarıya ulaşabiliyordu.

Osmanlı’yla Cumhuriyet arasında
“Feyhaman Duran. İki Dünya Arasında” isimli sergiyle kutluyor Müze 15. yıldönümünü... Söz konusu olan iki dünya Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarıyla Cumhuriyet Türkiye’si...
Feyhaman Duran’ın (1886- 1970) bu geniş kapsamlı çarpıcı sergisini sanatçının tüm eserlerini, evini her şeyini İstanbul Üniversitesi’ne bağışlamış olmasına borçluyuz. İstanbul Üniversitesi’yle işbirliğiyle bini aşkın eser; ayrıca ressam eşi Güzin Duran’la yaşadıkları Beyazıt’taki evinden kimi bölümler ressamın dünyası sergileniyor.
Serginin ayrıntılarını bu küçük köşeye sığdıramam. Olsa olsa ressamın dünyasına girerken onun eserleriyle birlikte neler “gördüğümü” de sıralayabilirim:
- Çöküş yıllarını yaşayan bir imparatorluktan, resim eğitimi almak üzere sanat dünyasının beşiği Paris’e giden, yurda dönüşünde ise kendini bir dönüşümün ortasında bulan Feyhaman Duran’ın bu yolculuklarının, sanatını nasıl şekillendirdiğini gördüm.
- Bu geçiş aşamasında yaşanan toplumsal çelişkileri, çatışmaları ve gelişmeleri gördüm.
- Hem Doğu hem Batı kültürünün içselleştirilebileceğini; birinin ötekinin düşmanı olmadığını gördüm...
- Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’yle, “asker ressam” geleneğinin sona ermesi sivil ressamlarla arayışın başlamasını, muhafazakârların da modernleşme çabasını gördüm.
- Hem resim hem hat sanatından yaşamının sonuna dek vazgeçmeyen ressamın gelenekle modernliği harmanlama çabasını gördüm...
- Osmanlı’nın çöküş yıllarında da Cumhuriyetin yokluk yıllarında da yöneticisinden mesenine sanata verilen önemi; sanatın desteklenmesinin, “ilerlemenin” olmazsa olmaz koşulu olduğunu gördüm...
- Nereden nereye geldiğimizi gördüm.
- Ve serginin her anında Atatürk mucizesini gördüm.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları