Hikmet Çetinkaya

Zindan...

28 Şubat 2017 Salı

Uyku bir ağaç gibi hepimizi yeşil dallarıyla örtüyor. Solumalar sessiz bir ışıkta rüzgâr gibiydi. Gözlerimiz yumulu, kirpiklerimiz sulara sürüyordu...
Hüznün bahçelerinde dolaşıyorduk gün boyu...
Sessiz bir çığlık umuda açılan kapıları zorluyordu.
Sevgi...
Dostluk...
Arkadaşlık...
Ekim ayının son günüydü...
Evlerimizin kapıları gün doğmadan çok önce çalındı...
“Kim o?”
Sesimize yanıt geldi:
“Polis...”
Evlerimiz arandı, telefonlarımız alındı...
Gözaltına alınmıştık.

Oysa zamanın akışında engin sulara yönelmiştik sevdaların görünmeyen yüzünü yakalamak için.
Hep barıştan, kardeşlikten yanaydık...
İnsandık!

Alev alev yanan bir günün ortasındaydık.
Polis çok kibardı bahçeye çıktığımızda...
Park yerinde bulunan polis aracına giderken, şöyle demişti:
“Size kelepçe vurmayayım, kolunuza gireyim sadece...”
Koluma girdi, birlikte yürüdük.
12 Eylül’den 35 yıl sonra yine gözaltına alınıyordum...
O anda içimde bir hüzün bulutu geçti...
Sabahın köründe uyandım 120 gün sonra...
Orhan Erinç, Aydın Engin ve ben dışarıdaydık, arkadaşlarımız içeride, Silivri’de...

***

Sabah gazetenin birinci sayfasını gördüğümde hüzünlendim...
Başta Akın Atalay’ın fotoğrafına baktım uzun uzun... Sonra Murat Sabuncu’nun... Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart’ın... Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör, Önder Çelik ve Ahmet Şık’ın...
Akın Atalay’ın yazdıklarına göz attım sonra.
Akın diyordu ki:
“Yargıyı kendi iktidarlarının çıkarları doğrultusunda hizmet veren bir kamu idaresine dönüştürdüler.
Baskı, tehdit, siyasi ve ekonomik ambargo ve hapisle medyayı da hizaya sokmak, iktidar silahına dönüştürmek istiyorlar.
Epey yol katettiler. Ama hâlâ direnen, teslim olmayan, demokrasi, hak, hukuk, adalet, gazetecilik ve özgürlük ideallerine bağlı insanlar var...
Umudumuzda...”
Murat Sabuncu:
“Bugün 4 ay, yani 120 gün, 16 hafta, yani 2280 saat doldu.
17 saat aile görüşü, 17 saat avukatlarımızla görüş, bir saat telefon görüşmesi, bir saat milletvekili görüşü toplam 36 saat hücrelerin dışında kaldık.
97. günde güneşi hücrenin karşısındaki pencereden ‘sektirmeli de olsa’ gördük. Uzun uzun güneşin yansımasına baktık. Bunu hayra yorduk...”
Biz üç kişi Orhan, Aydın ve ben güneşi, yağmuru, karı dışarıda gördük, tutuksuzduk çünkü...
Yol arkadaşlarımızı her gün andık...
Onlara selam gönderdik...

***

Gazetecilik çalışmalarından ötürü tutuklu yönetici, yazar, karikatürist arkadaşlarımız, yoldaşlarımız...
Onlara mektup yasağı uygulanıyor.
Gerekçe olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili’nin genelgesi gösteriliyor.
Ancak genelgede “darbeye teşebbüs” soruşturmaları kapsamında yasak getirilirken, gazetemizin yazar ve yöneticilerine ilişkin böyle bir suçlama da yok.
Benim dikkatimi çeken şu:
“Dört ay içinde bir iddianame neden yazılmaz!”
Tüm arkadaşlarımı yakından tanıyorum...
Hayatımız darbeleri, kör terörü lanetlemekle geçti bizim...
Fethullah Gülen’in maskesini düşüren gazete Cumhuriyet’tir.
22 Şubat 2002 tarihinde Cumhuriyet’in manşetini anımsatayım:
“Gülenciler terör örgütü...”
Adana DGM 17 Ekim 2001’de RTÜK’e gönderdiği yazıda, terör örgütü olarak nitelediği Fethullahçıları “gelir sağlamak, eleman sağlamak ve taraftar kazanmak, örgüte müzahir kitle oluşturmak için amaçlı propaganda faaliyetlerinde Samanyolu TV’yi kullandığını öne sürmüş” RTÜK’ten gerekli işlemi yapmasını istemiştir...
RTÜK bir işlem yapmış mı? Yok
Yapmamıştır...
Ve ben yüzlerce yazı yazmışımdır Fethullahçılar hakkında...
Bu yazıları devleti yönetenler dikkate almış mıydı?
Almamıştı...
Evet... 11 arkadaşımız zindanda... Bizler şüpheliyiz... Bir an önce iddianamenin hazırlanmasını istiyoruz...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları