Hikmet Çetinkaya

Tutuklu...

04 Mart 2017 Cumartesi

Zayıf bir ufuktan dökülüyoruz, sessiz vardiya sabahlarını özlüyoruz...
Duru bir fırtınanın içindeyiz.
Soğuk sözcüklerdir bizi koruyan, poyrazlı sabahlarda. Bir umuttur güllerin dökülüşü.
Kalbim bağlanır ilkinde ve ikincisinde dağların yamaçlarında. Bir deniz kıyısında ufkun maviliğinde. Acımasız bakışların, mazgalların çığlığında.
Sabahın alacakaranlığı havasını yaydığı saatlerde, sonsuz parlamalar karşısında.
O sonsuz parlama bana yardımcı olan bulutlarla, sevdayla, aşkla...
Yaşam ve ölüm, sabahın alacakaranlığıdır aynı zamanda.
Okşadığım bu su, hangi ışıltıdan dönmüştür bilinmez.
O görüş günleri, infaz memurunun elindeki anahtarları. Görüş günü yine mahpushanede... Bir cam, bir telefon... Aylar geçip giderken...
Benliğimizin nerede ezildiği hiç önemli değil aslında.
Tutku, özlem...
Sonra şairin dizeleri:
Ellerim iki yıldız kopardığı
an
titreyip
hıçkırdım
ve ağladım
bu ben
ben miyim
.......
Eriyen saçlarımla oynarım
dedim
ben fanusum
karın ve
duvarın
oluğumda.
Ah o bulutlar bulutlar...
Nasıl da titriyorlar grileşmiş gökte...
Kuşlar, ah o kuşlar yine evlerin çatıları üstünde.

***

4 ayı aşkın sürede mahpusta onlar...
Eşleri, çocukları mutsuz...
Hepsi ama hepsi inadına dimdik ayakta...
Güray Öz’ün eşi Çağlayan Öz ne diyor:
Tutukluluğun bir istisna olması gerekmez mi demokratik bir ülkede. İstisna olması gerekiyor.
Özgürlük esastır.
Eğer insanların suçu delillerle ortaya konulmamışsa, tutuklanmamaları gerekir.
Eğer tutukladıysanız, çok kuvvetli delilleriniz varsa, delilleri en kısa sürede ortaya koyarak iddianamenizi hazırlamanız gerekir.
Eğer iddianame yazamıyorsanız, bu insanlar suçlu değildir.
Musa Kart’ın eşi Sevinç Kart:
Bahar geldi ama bu yalancı bahar. Sevdiğim yanımda değil. Silivri’de tecrit yaşanıyor. Tek istediğim iddianamenin bir an önce hazırlanması.
Size Musa Kart’ın hiç güncelliğini yitirmeyen bir karikatürünü anlatmak istiyorum.
Birkaç yıl önce Silivri’deki gazetecileri, mahkemeye ulaşmak için tünel kazarken çizmişti ve yargıca ‘size başka yolla ulaşamadık’ diyordu.
Bugün aynı durumu yaşıyoruz...
Gazeteciler adalet ve hukuk devletine ulaşmak için hâlâ iğneyle kuyu kazıyor.
İstenen çok şey değil..
Adalet, hukuk...

***

Önder Çelik’in eşi Semra Çelik:
Bütün bu gazetecilerin, eşlerimizin esir tutulduklarını düşünüyorum.
Esir ne demek?
Kendini savunmadan, esaret altında tutulan demektir.
Ne savunabiliyorlar, ne konuşabiliyorlar, ne rahat bir şey yapabiliyorlar. Hiç sorgulanmadan esir tutuluyorlar.” Her şeye karşın arkadaşlarımızın eşleri umutlarını yitirmiyorlar...
Her hafta görüş günü Silivri’nin yolunu tutuyorlar...
Camlı bölmenin bir yüzünde tutuklu arkadaşlarımız, öteki yüzünde eşleri, çocukları.
Bir saatlik bir görüş...
Bir saat göz açıp kapayana dek bitiyor...
Cumhuriyet başlığının sağ üst köşesinde her gün tutuklu arkadaşlarımızın fotoğrafları yer alıyor...
Dışarıda günler göz açıp kapayana dek geçiyor gibi geliyor bize...
Dışarıdakilere böyle...
İçeridekilere zor...
Umutla umutsuzluk arasında bir ufuk çizgisi...
Işığın kilitlendiği karanlık kafesleri, yalnız kelepçesini, unutulmaya kalkan bir tren penceresinden eski istasyona bakmayı, acıyı, hüznü, gurbeti görür gibi oluyorum...
Aşk kırgınıyız...
Yorgunuz...
Umudun bittiği yerde bir umut yakalamak için yollara düşmüşüz...
Acıların sütüyle büyüttük umutları, mahpushaneleri yaşadık, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü...
Dolunayların kirli camlarda menekşelendiğine tanık olduk...
Geçer bugünler gülüm, geçer...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları