Ölüm akademisyenlerin peşinde!

05 Mart 2017 Pazar

Sevgili okurlarım, yazı sayım haftada bire indirildiğinden zorlanıyorum. Çünkü tam bir olayı yazmak istiyorum, bir de bakıyorum ya arkadaşlarım yazmış ya da bu gündemi sürekli değişen ülkede olay geriye düşmüş. Ayrıca yerimde küçük mü küçük, destan yazamam. Yetinmeyi zorla da olsa öğrendim, kusura bakmayın. Gelelim bugüne, bazı şeyler var ki, hiç eskimiyor. Bugün intihar eden Çukurova Üniversitesi öğretim görevlisi Mehmet Fatih Traş’ın trajik ölümünden söz etmek istiyorum. Bu intiharın ardından sosyal medyada keşke dayanıp mücadeleye devam etseydi, “İntihar dinimiz açısından büyük bir suçtur”, “Hamallık yapsaydı da intihar etmeseydi” gibi fazlasıyla akıl veren cümleleri görmek daha da acı vericiydi.
Ben ise, sadece Aksaray’daki izbe bir evi anımsadım. Ölüm oruçları sonucu, bedeni artık ölüme yatmış mahkûmları dışarı bırakmışlardı. Onlar da hep birlikte o izbe evde yaşama tutunmaya çalışıyorlardı. İçlerinden biri bana telefon etmiş, eve çağırmıştı. Ama çağrı öyle kopuk kopuktu ki, gitmekte tereddüt etmiştim. Gittiğimde onları hep birlikte kötü bir koltukta otururken buldum. Dört erkek bir kızdılar. Kız yavaş bir sesle söze başladı, “Benim gözlerim yakında kör olacak. Şimdi bütün sevdiklerimin dakikalarca yüzüne bakıp, ezberlemeye çalışıyorum”. Kız sözünü bitirmemişti ki, yan odadan çok zayıf, yüzü sarıya çalan bir erkek çıktı. Durdu, herkesin yüzüne tek tek baktı ve bir şarkı söylemeye başladı: “Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır”... sonra sustu. Bir süre daha bize baktı, “Unuttum” dedi ve odadan çıktı. O sırada aşırı besili bir genç adam, odaya girdi. Elimi sertçe sıktı: “Gördün mü? İşte bunlar birer kahraman! Bunların içinde yüz gün ölüm orucu tutan, var. Halkımız için! Devrim için, öyle değil mi arkadaşlar!”
Diğerleri ölü gözlerle bu nutuk atar gibi konuşan kişiye bakıyorlardı. Ben de sinirlenmiştim, öyle besiliydi ki... Biraz sonra şarkı söylemeye çalışan arkadaş yeniden odaya girdi gene hepimizin yüzüne baktı ve başladı şarkısına: “Daha dün annemizin kollarında yaşarken...” Ben buz gibi olmuştum, birden kanepede oturan gözleri az gören kız, ellerimi tuttu, “Tamam biz öleceğiz, birçok arkadaşımız da ölecek ama halkımız bizi asla unutmayacak! Zaten kışa varmaz devrimin harlı ateşi ülkeyi sarar.”
Ben artık dayanamayacağımı anladım, kapıyı usulca kapatıp dışarı çıktım. Ve bir duvara yaslanıp hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Evet, Mehmet Fatih Traş’ın ölümü bana bunları anımsattı. Ve bir lanetli bir gün daha. Gene ölüm oruçları sonrası teknedeydim, sakin bir tekneydi, akşamdı. Birden bizim teknenin yanına ışıkları yaldır yaldır yanan kocaman, dev bir tekne yanaştı. Sadece ışıklar mı, tekneden öyle bir müzik yükseliyordu ki, birden uykuya dalmış olan kuşlar çığlık atarak yerlerinden fırladılar. Belli ki teknenin içindekiler tekne ve deniz adabından nasiplerini almamışlardı. Kapatmalarını söylediğimiz halde müziği kısmadılar ve kadınlar, erkekler giysileriyle denize atlayıp çığlıklar atmaya başladılar. Teknedeki arkadaşlardan biri; “Halkımız eğleniyor” dedi, ben nedense o an, ellerimi tutan o gözleri kör olmak üzere olan kızı anımsadım, “Biz ölüyoruz halkımız için!”
Bugünlerdeki en büyük korkum, intihar etme geleneği olmayan ülkemizde, genç intiharlarının ansızın artması. Bunun ucu kötü. Çünkü genç insan kendisine ait hiçbir gelecek göremiyor, gerçekten de yok. Ve “halkımız”(!) epeydir, onun için ölümü göze alan çocuklarını unutmuş gibi... Ölüm oruçlarında ölenlere, vurulanlara, katilleri bulunamayanlara ve işinden edildiği için intihar eden Mehmet Fatih Traş gibi intihar edenlere saygıyla.
Bu arada barış imzacıları, ilk arkadaşları işten atıldıktan sonra, hep birlikte istifa edebilselerdi, belki bu kıyımların önüne geçilebilirdi. Hatırlayalım, bir ay içinde üç akademisyen intihar etti. Kısaca ölüm bu kez akademisyenlerin peşinde!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları