Olaylar Ve Görüşler

Yeni ‘fiili durumlar’

06 Mart 2017 Pazartesi

16 Nisan halkoylamasıyla, devleti nihai olarak ve tümüyle ele geçirme amacıyla yeni bir hamlenin yapıldığını görüyoruz. Bu hamlenin ağır sonuçlarını, neden böyle bir hamleye ihtiyaç duyulduğunu dile getirmek istiyoruz. Siyasi elit ve erk, “Ben devletin başı olacağım” diyor. Olabilir... Anayasa buna zaten izin veriyor. Esasen ‘cumhurun başkanı’ olmak, devletin de başı olmak anlamına gelir. Mevcut anayasada da bu durum düzenlenmiş. Sorun, bundan sonra başlıyor. Siyasi erk, “yetmez” diyor. “O kuvvetler ayrılığı var ya, o geliyor önümüze engel olarak dikiliyor” diyor. Ben, “Yasamanın da, yargının da başkanı olacağım... Büyükelçi ve validen başlayarak tüm üst düzey atamaları sadece ben yapacağım. Meclis, bana soru soramaz, gensoru veremez. Kanun yapma yetkisine ortak olacağım. Bütçeyi de ben yapacağım, istediğim kadar cumhurbaşkanı yardımcısını atayacağım. Yeni kamu tüzel kişilikleri ihdas edeceğim” diyor. Özet ifadeyle, “Ben devletim, devlet benim” diyor. BM İnsan Hakları Bildirgesi, İnsan ve Yurttaş Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mevzuatı, Paris Şartı gibi insanlığın ortak değeri ve kazanımları olan tüm hakları yok sayan bir anlayış bu.
Milletvekili sayısının 600’e çıkarılması, seçilme yaşının 18’e indirilmesi, seçimlerin 5 yılda bir yapılması gibi düzenlemelerin fiili sonuçlarını bu aşamada değerlendirmiyoruz. 87. maddeden başlayarak yapılmak istenilen düzenlemelerin amaçlarını ve vahim sonuçlarını somut olarak anlatmak istiyoruz.
Meclisin ve milletvekilliğinin içi boşaltılıyor: ‘TBMM’nin Görev ve Yetkileri’ başlığı madde metninden çıkarılıyor, ayrıca madde içeriğindeki ‘Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek’ yetkisi tümüyle ortadan kaldırılıyor. Meclisin, yürütme organını denetleme misyonu yok ediliyor. Cumhurbaşkanına hiçbir şekilde soru sorulamıyor, gensoru verilemiyor. Sadece, cumhurbaşkanı yardımcılarına ve bakanlara yazılı soru verilebiliyor. Doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanan yardımcıların ve bakanların, bürokrat konumunda oldukları açık. Bu bürokratların, milletvekillerini muhatap dahi almayacakları, kendilerini görevlendiren ve atayan cumhurbaşkanına karşı kendilerini sorumlu görecekleri açık. Bir başka ifadeyle, seçilmiş konumunda olan milletvekillerinin tüm güç ve yetkileri fiilen ortadan kaldırılmış olacak, seçilmiş olanlar atananlara tabi hale geleceklerdir. Bürokratik vesayet en üst düzeyde kurumsallaşmış olacak. Böylece, TBMM misyonunu kaybedecek ve milletvekilliğinin içi boşaltılacak. Öyle ki, taslağın 16/A maddesiyle meclisin, ara verme veya tatil sırasında, kendisini toplantıya çağırma yetkisi bile elinden alınmış olacak.
Bir başka ifadeyle, ihtiyaç duyulması halinde bile, kendisini toplantıya çağırma yetkisi ve iradesi olmayan bir meclis ortaya çıkacak. Şanlı Gazi Meclisin ve milli iradenin tecelligâhı olan TBMM’nin, getirilmek istenildiği vahim bir durumdan söz ediyoruz.
Taslağın 11. maddesiyle, cumhurbaşkanının hiçbir şarta tabi olmadan seçimlerin yenilenmesine karar verebileceği kabul ediliyor. TBMM’nin seçimleri yenilemesindeki zorluklar ve şartlar göz önüne alındığında, milli iradeye mutlak anlamda egemen olan bir yürütme gücünün temerküz ettiği görülüyor.
Seçilmişler, atananlara tabi oluyor: Cumhurbaşkanı yardımcılarının, bakanların, üst kademe kamu yöneticilerinin atanması ve görevlerine son verilmesinde hiçbir objektif ve yasal ölçü konmamıştır. Hiçbir denetim, fren ve denge aygıtı yoktur. Cumhurbaşkanı yardımcılarının sayısı belli değil. Her ne kadar ikinci kısım -bir ve ikinci bölümlerde yer alan, temel haklar kişi hakları ve ödevleriyle, dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kararname ile düzenlenmeyeceği ifade edilmiş ise de- sınırlama dışında bırakılan üçüncü bölümdeki sosyal ve ekonomik haklar göz önüne alındığında kararname ile eğitim ve öğrenimin, çalışma ve sözleşme hükümlerinin, toplu iş sözleşmesi, grev hakkı ve lokavtın, sağlık, çevre ve konut, sosyal güvenlik haklarının, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konularının düzenlenebileceği görülüyor.
‘Ucu açık’ nitelikte olan bu konulardaki yetkilerle cumhurbaşkanı, ‘layüsel’ bir konuma geliyor. Ucu açık olan bu yetkilerin, yeni fiili durumlar yaratması kaçınılmazdır. Fiili durumları, anayasal hale getirmek ve bu konuda seçmenin iradesine başvurmak iddiasında olan ve bu sebeple halkoylamasına ‘evet’ diyeceğini ifade eden MHP, ya yaratılacak yeni fiili durumların farkında değil ya da kamuoyunun bilgisi dışında olan nedenlerle bu taslağa destek veriyor. Her iki halin de, kabul edilemez olduğunu yeri gelmişken ifade ediyoruz.
Başbakanlığın 2012/15 sayılı genelgesi, anayasa hükmü haline getiriliyor: Anayasanın 43. maddesinin başlığındaki ‘kamu yararı’ kavramı da, bu bölümden çıkarılmış olacaktır. Kamu yararı kavramı, uygulamada çok istismar edilen bir kavramdır. Yönetim anlayışıyla bağlı olarak, bu kavramı toplum yararına kullanmak mümkün olduğu gibi, çoğu zaman bu kavramın ardına sığınılarak haklarda kısıtlama yapıldığı bir vakıadır. ‘Kamu yararı’ başlığının devamında kıyılardan yararlanma, toprak mülkiyeti, tarım ve hayvancılık konuları, kamulaştırma, özelleştirme, çalışma ve sendika kurma hakkı, sağlık, çevre ve konut konuları, gençliğin korunması, sosyal güvenlik hakları, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması gibi hayatın ve toplumun her alanını ve herkesi ilgilendiren konuların bulunduğu göz önüne alındığında; kararname yetkisiyle artık her alana doğrudan müdahale yetkisi de tanınmış olacaktır. Yine “ucu açık” bir düzenleme... Önü alınamayacak ve öngörülemeyecek sınırsız bir düzenleme yetkisi.
Eyalet düzenlemesiyle birlikte, devlet memuru güvencesinin yok edilmesinin önü açılıyor: Anayasanın 123/3. maddesinde, kamu tüzel kişiliğinin ancak kanunla kurulabileceği düzenlenir. Taslağın 10. maddesiyle ise bakanlıkların kurulması, kaldırılması ve bağlı yetkilerin kararnameyle düzenlenebileceği kabul edilir. Yine, yeni fiili durumlara yol açması kaçınılmaz olan ucu açık bir yetki. Bu yetkiyle üniter yapı değiştirilebileceği gibi, üçüncü bölümde düzenlenen sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerle ilgili 41. ila 65. maddelerin tümü göz önüne alındığında, kararname yoluyla eğitim ve öğrenim hakkına, toprak mülkiyetine, devletleştirme ve özelleştirmeye, çalışma ve sendika kurma hakkına, ücrete, sosyal güvenlik hakkına müdahale etme yetkisi tanınmış olacaktır. Sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleme yetkisi sonucunda, 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının, memurlara sağlamış olduğu güvencelerin tümü tehdit altına girmiş olacaktır.
Yargının, HSYK ve AYM üzerinden kontrolü yetmiyor, Devlet Denetleme Kurulu üzerinden de savcılık makamları vesayet altına alınıyor: HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ndeki fiili bağımlılık ilişkisi yetmiyor, yetmeyecek. Zira, taslağın 16/ç maddesiyle, yeni ve vahim bir düzenleme getiriliyor. 108. maddede düzenlenmiş olan Devlet Denetleme Kurulu’nun istişari konumu yanında, artık ‘idari soruşturma’ yapma yetkisi de olacaktır. Bu, şu demek: Cumhurbaşkanlığıyla bağlantılı olarak, bu kurulun, il ya da bölgeler düzeyinde yeni birimlerinin kurulması söz konusu olacaktır.
Bu kurulun yapacağı idari soruşturmalar, bürokrasi için bağlayıcı olacağı gibi, savcılık makamları da bu kurul üzerinden kuşatılmış olacaktır. Savcılık makamları, bu kurula rağmen görev yapamaz hale gelecektir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin bağımlılık ilişkisi yanında, Devlet Denetleme Kurulu üzerinden yapılacak ‘denetimle’, yargı mekanizması tümüyle, Cumhurbaşkanlığının kontrolüne girmiş olacak.
Taslağın 17/c maddesiyle ‘Yargıda Birlik Platformu’ tasfiye ediliyor: Zira, bu platforma belli bir dönemde ihtiyaç vardı. Şimdi ise ‘mutlak kontrole’ tabi olan bir HSYK’ya ihtiyaç var. Hemen 30 gün içinde yeni HSYK oluşturulacak. Böylece belli bir dönem- konjonktürel olarak ihtiyaç duyulan sosyal demokrat ve ülkücü anlayışa yakın olan yargıç ve savcılar tümüyle tasfiye edilmiş olacak.
Ve yine acil olarak ‘partili Cumhurbaşkanı’ düzenlemesi hayata geçiriliyor. Siyasi elit-siyasi erk, ‘hem Türkiye Cumhuriyeti’ni hem de AKP’yi yöneteceğim’ diyor. Her 2 düzenlemeye ivedi olarak yürürlük kazandırılmak istenilmesi kayda değer bir husus.
Nihai amaç, 2002-2017’yi ibra etmektir: Yukarıdaki amaçların yanında, ulaşılmak istenilen nihai amacın ‘ibra anayasasını’ hayata geçirmek olduğu görülüyor. Yapılmak istenilen bu düzenleme, fiili ve nihai olarak, 2002-2017 döneminin ibra edilmesi (aklanması) sonucunu yaratacaktır. Bu dönem boyunca gerçekleştirilen diğer anayasal ve adli ihlallerin dışında, 15 Ağustos 2014’ten bu yana sürdürülen ve temadi eden ihlaller de ibra edilmiş olacaktır. En önemli amaç da budur. Bu düzenlemeler sonucunda, siyasi elit-siyasi erk, ‘Bakın, benim daha evvel yaptığım ihlaller suç değilmiş, meşruymuş, milletim buna karar verdi’ diyerek savunmasını yapacaktır. Ülkemiz için yeni bir tartışma ve gerginlik dönemi başlayacaktır.
Türkiye’nin her anlamda ciddi sorunlar yaşadığı bir dönemde, tümüyle kişisel ve siyasi kaygılarla düzenlenen bir rejim değişikliği girişimiyle karşı karşıyayız. Siyasi elitin-siyasi erkin bu düzenlemelere ihtiyacı vardır. Cumhuriyetin kazanımlarını tümüyle yok edecek, hukuk ve demokrasinin nisbi kazanımlarını sona erdirecek olan böyle bir girişime, halkımızın engin sağduyusuyla ‘Hayır’ diyeceğine inanıyoruz. Bu kritik tabloyu, halkımıza anlatabildiğimiz ölçüde ‘Hayır’ oyları zirve yapacaktır. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, yurttaşlık bilinci ve sorumluluğuyla bunu başaracaklardır. Hep birlikte başaracağız. Bu başarı, ‘evet’ oyu verecek yurttaşlarımızın da ‘hayrına’ olacaktır.

ATİLLA KART
Hukukçu, eski CHP milletvekili



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları