Ortaklık neden bozuluyor?

18 Mart 2017 Cumartesi

AKP - Avrupa Birliği ilişkileri ya da sıkı fıkı birlikteliği, tümüyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin yıkılması ortak amacına dayanıyordu.
AB’nin derdi; insan hakları, demokrasi filan değildi. Emperyalizmin yeni masalı küreselleşme çağında, üniter, güçlü bir ulus devlet, Avrupa anamalcılarının işine gelmiyordu. Büyük lokma yutulmazdı. Ufaltılmalı, küçültülmeli, kolay sömürülür ve yönetilir hale getirilmeliydi. Karakteri “bağımsızlığa” dayalı 1923 devriminin bir türlü alt edilememiş ruhu çökertilmeliydi.
AKP’nin de derdi; insan hakları, demokrasi filan değildi. Hedefi, laik, demokratik yaşama son vermek, yerine hilafetçi bir yapıyı getirmekti.
AB’nin üyelik ninnisi ve Cumhuriyet değerlerine düşman AKP’nin çıkarları çok iyi örtüştü.
İşte bu yüzden, bir Cumhuriyet Bayramı günü, 29 Ekim 2004’te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Roma’da, Papa 10. Innocentius’un heykelinin altında “Avrupa Anayasası”na imza attılar.
Sonuçta, Avrupa’nın istediği oldu: Hem Türkiye, AB’ye üye edilmedi, hem de “bağımsız Cumhuriyet”in kurumları AKP eliyle yıkıldı. Dahası, ülkenin parçalanma olanağı “demokratikleştirildi.” Hem de yurtseverlerin, insan hakları ve hukuka aykırı bir biçimde “uygar” Avrupa’nın gözü önünde hapislerde çürütülmesi pahasına.
AKP’nin de istediği oldu: “Avrupalı oluyoruz, insan haklarını genişletiyoruz, demokrasiyi ilerletiyoruz” safsataları ile İslamcı diktatörlüğe yürüme olanağını elde etti.
Tıpkı, AKP’nin iktidarı uzun süre paylaştığı casusluk cemaati ile çıkar çatışması sonrası anlaşmazlığında olduğu gibi, öküz öldükten sonra (burada öldürülen öküz, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi oluyor) Avrupa ile de ortaklık bozuldu.
“Nazi” suçlaması ile Avrupa Birliği’nin beyi Almanya ve dünya sömürgeciliğiyle ünlü Hollanda’nın üzerine gidilmesi, içeride diktatörlüğün pekiştirilmesi için yaratılan kurgulanmış bahanelerdir.
Çünkü...
Eğer 16 Nisan’da “evet” çıkarsa, o yeni anayasa, Avrupa’nın ölçütleri ile uyuşmayacaktır.
Ulusal yargısını, parlamentosunu, muhalefetini kendi benliğinde bütünleştiren bir “halife sultan”, kuşkusuz, bir zamanlar ruhani liderlerinin önünde imza attığı “kefere”lerin anayasalarına, insan hakları mahkemesine, parlamentosuna uyma zorunluluğundan sıyrılmak isteyecektir.
O ortamın hazırlıklarıdır yaşananlar.

Bıktık artık, yetsin
Avrupa ile dalaşıldığı günlerde Danimarka’daydık. Kopenhag’ın meydanları genişti. Ortalarına yeni kiliseler yapılmaya kalkışılmamıştı. Tapınmak için tarihi kiliseler zaten vardı.
Kazık kadar alışveriş merkezleri yoktu. Yeni yapılar arasında, çağdaş opera ve sanat merkezi göze çarpıyordu. Bir de İskandinav ülkelerinin en varsıl kütüphanesi.
Kopenhag’da herkes birbirine gülümsüyordu. Kavgaya, dövüşe, ağız dalaşına, trafik küfürleşmesine hiç tanık olmadık.
Türkiye’ye döndük.
Biri, bıraktığımız gibi, avurdunu yellemiş, yine ağız dolusu konuşuyordu.
Atışmadık ülke, saldırılmadık kural, sövülmedik incelik, edilmedik saygısızlık bırakmıyordu.
Bir bıkkınlık geldi üstümüze ki, sormayın gitsin...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şamar örnekleri 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları