Öztin Akgüç

İsteğince (Keyfi) Yönetim

11 Mayıs 2014 Pazar

Türkiye’nin siyasal düzeni tanımlanmaya çalışılıyor. Parlamenter sistem, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, benzer terimler sık kullanılan niteleme sıfatları. Başkanlık yanında yarı başkanlık sistemine yönelik anayasa düzenlemesi, değişikliği de tartışma konusu.
Türkiye’nin kâğıt üzerinde, yasalarda belirlenen, “de jure” bir yasal hukuksal düzeni var. Fiili düzen, “de facto” oluşan düzen ise çok farklı. Fiili düzen, tek kişinin isteğince (keyfi) yönetimi. Yasalara uymayan, yasaları arka plana atan, zaman zaman şekli olarak yasalara uyum alalaması yapılan kuralsız, bir ilkesiz düzen. ABD başkanlık sistemi ile yönetiliyor, bizde ise sistem sözde parlamenter. ABD’de başkanda olmayan yetkiler, ülkemizde fiilen Sayın RTE’de mevcut.
ABD başkanı, bırakın elçi, bürokraside önemli kuruluşlara yönetici atamayı, Fed başkanları (yöneticiler) kurulu başkanını atamak için bile Kongre’nin onayını almak zorunda. Başkanın önerilerinin seçimi ile halk tarafından onaylanmış programının uygulanması bile Kongre onayına bağlı. Başkanın her önerisi otomatikman Kongre’den yasa olarak geçmiyor, değişikliğe uğruyor hatta geri çevriliyor.

***

Bizde, kâğıt üstünde önemli atamalar Bakanlar Kurulu kararnamesi ile ya da üçlü kararname ile yapılıyor. Yasa yapma yetkisi anayasal olarak TBMM’ye ait, atamalar fiilen Sayın RTE tarafından yapılıyor, RTE’nin her buyruğu, önerisi, isteği de TBMM’den yasa olarak geçiyor. Sayın RTE’nin fiili atama yetkisi yalnız bürokrasi ile sınırlı kalsa bir ölçüde tartışılabilir. Özel kesime, sivil toplum örgütlerine, yüksek eğitim kurumlarına uzanıyor. Fiili iletişim kurularak bazen de uzaduyum, telepati yoluyla Sayın RTE’nin önerisi, isteği duyumsanarak atamalar yapılıyor. ABD’de başkanın anayasal yetkileri mi yoksa bizde fiilen Sayın RTE’nin yetkileri mi daha geniş? ABD’nin demokrasi anlayışını eleştirebiliriz ancak bir anayasal düzen olduğu kesin. Bizde ise bırakın anayasayı yasalarla bile uyumlu olmayan fiili keyfi bir yönetim var.
Bu keyfi yönetim, çoğu kez milli irade alalaması ile savunuluyor, haklı gösterilmeye çalışılıyor. Milli iradeyi, çoğunluğun seçimi olarak yorumlasak bile çoğu anayasa hukukçusunun vurguladığı gibi çoğunluğun isteğini her zaman mubah, haklı bulmak, belli sınırlara tabi olmadan uygulamaya kalkışmak amiyane bir düşüncedir. Böyle bir düşünce, bir ülkede anayasal düzenin oluşmasını da önler.
Sürekli olarak milli irade, halkın isteği vurgulaması yapılarak, uygulamalara haklılık, en azından demokratik bir görünüm kazandırmaya uğraşılıyor.
Çoğunluk yarıdan bir fazla olarak anlaşılsa bile AKP, ülke çoğunluğunu temsil etmiyor. AKP 2002 seçiminde yüzde 34 dolayında oyla TBMM’de, 12 Eylül düzeninin seçim yasası ile üçte iki çoğunluk sağladı. Son 30 Mart yerel seçimleri de dahil AKP tek bir yerel veya genel seçimde dahi yüzde 50’nin üstünde oy alamadı. Uygulanan seçim sistemi sonucu çoğunluk sağladı. Ortada çoğunluğun değil azınlığın tahakkümü, ülke düzeyinde azınlığı temsil eden, teşahhus ettiren, kişileştiren Sayın RTE’nin isteğince yönetimi söz konusu.
Bu içerikte bir yazıyı bundan otuz yıl önce aynı başlık altında Özal döneminde Milliyet’te yazdım. Menderes dönemini de, üniversite öğrencisi ve bürokrat olarak yaşadım. Uygulamalarda lehe ve aleyhe farklar görülebilir ancak anlayış aynı, yönetim biçimi kişisel isteğince yönetim.
Demokratik yasal düzen, toplumsal çoğunluğun demokratik kişiliğe sahip olması ile gerçekleştirilebilecek bir düzendir. Özenti ile öykünme ile lafla demokratik düzen kurulamıyor. Demokrasi alalaması altında keyfi isteğince yönetim sürüp gidiyor, sadece kişiler değişiyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Canlı duygusallığı 3 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları