Çiğdem Toker

Neden üç yıl beklendi ki?

07 Nisan 2017 Cuma

Bir an. 11’i tutuklu 17 yazar, yönetici, avukat ve muhabiri için hazırlanan iddianameyle ilgili şu vahim tabloyu unutalım:
-Soruşturmayı da, Cumhuriyet yazar ve yöneticilerini gözaltına aldırarak 5 aylık tutukluluk sürecini de başlatan savcının FETÖ sanığı olarak yargılanışı...
-305 sayfalık iddianamede, ceza yargılamasında karşılığı bulunan somut tek delil sunulamayışı...
-Delil diye sunulanların “irtibat”, kanaat ve izlenimden ibaret oluşu...
-Gazeteciliğe, -O zamanki anılışıyla Cemaat’in yargıda etkin olduğu zamanları hatırlatır tarzda- sınır çizme, kamu yararını değil, devleti önceleyen rol biçme, yeni tanımlar getirme çabaları...
-Yan yollardan dolanarak, özel hukuk hükümlerine tabii vakıf meselesi ile bu soruşturma arasında bağ kurulması...
Evet; aslında biri bile iddianameyi boşa çıkaracak nitelikteki bu unsurların hepsi bir kenarda dursun. İddianame, Cumhuriyet’e, “yayın çizgisinin değiştiği 2013’ten bu yana, terör örgütlerinin savunucusu ve kollayıcısı olduğu” suçlamasını yöneltiyor. Bahse konu terör örgütleri de:
FETÖ/PDY, PKK/KCK, DHKP-C.
Türkiye’nin mükemmel bir hukuk devleti olduğu varsayımı altında, üç terör örgütünü aynı anda savunup kollamak yeterince ağır bir suçlama, öyle değil mi? O vakit aynı varsayım altında sayın savcılara şu basit soruyu sormak, gazeteciliğe dahildir:
Madem ki, üçü de birbirinden tehlikeli, birbirinden korkunç, birbirinden devlet düşmanı bu terör örgütlerinin aynı anda savunuculuğu ve kollayıcılığı yapıldı; yapılmakta.
Üstelik bu kollayıcılık ve savunuculuk iddianameye göre 2013’ten bu yana sürmekte.
Lütfen izah eder misiniz, neden Ekim2016’ya kadar beklediniz? Üç terör örgütünün kollayıcılığını eşzamanlı yapan kişi ve kurumların, bu suça meyyal olduğunu anlamak için dört yıl mı geçmesi gerekiyor?
 
Savcının gizlediği gerçek
Bir iddianamenin kalın olması, hukuken yetkin olduğu anlamına gelmiyor. Misal, iddianamede, “Yayın politikası değişimiyle bağlantılı diğer göstergeler” arasında anılan bir bölüm var: “Tirajındaki düşüş.”
Bu bölüm, tarihsel ve olgusal bir gerçeği gizleyip maskeliyor. Şöyle: İddianame, tiraj düşüşü tarihinde başlangıç olarak 1 Ocak 2008’i almış ve demiş ki:
“Tirajdaki günlük ve aylık düşüşler; okuyucunun Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasında meydana gelen radikal değişikliğe yönelik tepkisini ortaya koyduğu görülmektedir.”
1 Ocak 2008’den başlatılan düşüş, yayın politikasını değiştiren yöneticilerin suçu gibi anlatıyor. Fakat aslında Cumhuriyet’e 2008’de düzenlenmiş Ergenekon kapsamındaki operasyonu ve bu operasyonun Cemaat-AKP ortaklığında yapıldığını gizliyor.
Tirajın günlük 80 bin rakamlarına ulaştığı 2008’de, Cumhuriyet’in İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk ile dönemin Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ın gözaltına alındığı Ergenekon operasyonunu, savcıların hatırlamama ihtimali düşük olsa gerek.
Veriler, Cumhuriyet tirajının, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “Savcısıyım” dediği Ergenekon kapsamındaki operasyonlar sonrası düştüğünü gösteriyor. Yayın politikası değişikliğine bağlı olarak değil.
Velhasılı, tarihsel olguya ve açık rakamlara dayalı bir konuda dahi, gerçeğin üzerinin örtüldüğü bir metinden bahsediyoruz.
Küçük tanıkların canlı yayında “gebereceksiniz” tehditleri kadar açık.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları