Hikmet Çetinkaya

Çığlık çığlığa...

15 Nisan 2017 Cumartesi

Sessizlik bize göre değil...
Yıldızlar bize uzanan, içimizi ısıtan sevgililer olamadı uzun zamandan beri.
Aramıza ayrılık girmeden önce belki yitik günlerin ortak bir dayanışmasıydı yüreklerimizin çarpıntısı.
O son gece fırtınadan önceki buluşma, ayrılığın gizemli hüznünü çiçeklere bırakıp “elveda” deyip kaçmıştı.
Bir sevda seni, beni, kıskançlığımıza benzeyen vahşi ormanlar gibi soluyup karanlığın ortasına bırakmıştı...
Hep sormuş, yanıt aramıştık:
Sevdamız bıraktığımız yerde hep duruyor muydu? O her zaman olduğu gibi gülümsüyor muydu bize?
Her şeyi unuttuk...
Biz neydik, neyin peşinden gidiyorduk alaca bir şafakta, günün ağardığı saatlerde.
Bu ülkede yaşıyorduk...
Geleceğe ilişkin uygar düşler kuruyorduk.
Temel hak ve özgürlükleri savunuyorduk.
Demokrasinin laiklik temelinde yükseleceğini var gücümüzle haykırıyorduk.
Baskıcı rejimlerden nefret ediyorduk...
Savaş değil, barış istiyorduk.
Çocuklar ölmesin, insanlar mutlu olsun, hayatı kucaklasın diyorduk.
Cehaletin körüklediği bir toplum yaratılmamasından yanaydık.
Bir şairin dizelerinde, yıkıntıya dönüşen hayatların, bir ağacın dalları gibi, insan yüreğinin varlığından yana olmasını diliyorduk.
Seven, sevişen her şeyi, yıldızlara inat, ormandaki ağaçlara inat, kuşlara, böceklere inat, doğan güneşe, yağmurlara, bulutlara inat, rüzgâra inat hep anımsadık özgürlükleri...
Kıpırdamayıp aynı yerde kaldık hep.
Direndik!
Oysa yeryüzünde aşka karşı gelenlere amansız bir savaş açmış, özlemin resimlerini çoğaltıp çocuklarımızın gözlerindeki acıların dinmesi için çalıştık çabaladık.
Şimdi bir köşede eski mevsimlerin bize dönmesini, kanadı kırık kuşların yarım kalmış aşklardan haber getirmesini istiyoruz.
İnaçları kışkırta kışkırta bugünlere geldik...
Bizim suçumuz şiiri, müziği, sinemayı, tiyatroyu sevmekti...
Erdemli olmaktı...
Sanatın gücünü göstermekti...
Bunları tehlikeli görmek, yaşamı silip atmak bizim işimiz değildi.
Toplumun bilinçlenmesi, özgür birey olması tek dileğimizdi bizim...
Saçlarımız kırlaşmıştı.
Tüm bunlara karşın sevdadan vazgeçmiyor, özgürlük destanlarının sayfalarını karıştırmayı sürdürüyoruz...
Jorge Luis Borges’i okuyor, o kaçan yıldızlarda aşkı yeniden öğrenmeye çalışıyoruz.
Mavi evlerde, tutuşan bahçelerde alevler gibi titreyerek bize yansımayan sevinçleri bir sabah vakti topluyoruz.
Kararmış kirli köşelere, eli kanlı çetelere, kör, lanet teröre lanet okuyoruz.
Korkmuyoruz...
Sinmiyoruz...
İnadına memleket sevdasıyla yanıp tutuşuyoruz:
Sana sen diyorum diye de bana kızma
Sen diyorum bütün sevdiklerime
Ancak bir kez görmüşsem bile
Sen diyorum bütün sevişenlere

***

Sessizlik bize göre değil...
Bak sen siyah, mavi, sen yeşil gözlü kız.
Otları dağlayan çıplaklık gibi değil aşk, sakın aldanma.
Özgürlük bizim sevdamız bunu unutma.
Biraz Vicente’den oku, köpürüp akan ırmağın kıyısında gizli, el değmemiş çimenlerin üzerinde yat.
Kuşların özgür kanatlarını okşayışını sev yürekten.
Aydınlık bir coşkunun türküsünü söyle...
Özgürlüğün durmadan kucaklaştığı eski mevsimleri aramaya gerek yok artık.
En güzel ve yeni giysilerimizi giyip alanlarda toplanalım.
Çığlık çığlığa koşarken tüm ağaçlara, kuşlara, denizlere, çiçeklere seslenelim...
Sanki kendi kendilerine
Sıra sıra doğuyor çocuklar
Dünyanın en güzel şeyidir aşk
(Aşk ve aşkın sonuçları)
Dans edin kardeşlerim, dans edin!
Ölüm arkadan gelsin!
Sessizlik bize göre değil...
Alevlerin alacakaranlığında yitik zamanların sevdalarını toplamakla oyalanıyoruz artık.
Gizemli hüzünleri, bizi kışkırtan bakışları kendi kıskançlığımızın içinde saklıyoruz.
O son fırtınayı, yağmurları, gök gürültüsünü sen anımsıyor musun?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları