Ayşe Emel Mesci

HÜBRİS

17 Nisan 2017 Pazartesi

Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada, referandum sonuçları açıklanmış, bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin kader oylaması tamamlanmış olacak. Tayfun Atay’ın 14 Nisan Cuma günü çıkan mükemmel yazısının başlığını ödünç alarak söyleyecek olursam, “İki adam ve bir küçük kız çocuğu” diye özetlenebilecek tuhaf derecede eşitsiz bir kampanyanın ardından, geleceğimizi belirleyecek sonuç belli olacak. Ben daha önce hiçbir seçimde böylesi bir düşmanlaştırmaya, böylesi bir büyüklenmeye, böylesi bir kibir patlamasına tanık olmadım. Acaba Türkiye’yi neredeyse bir cinnet haline sokup buradan oy devşirmeye çalışmanın memleket için ne denli tehlikeli olabileceği hiç akla gelmiyor mu? Yol açılan ve giderilmesi olanaksız tahribat nasıl görmezden geliniyor? Yoksa Türkiye artık her alanda gözleri sadece bugüne dikili insanların ülkesi mi oldu, yarını kimse umursamıyor mu? Belki de insanların öfkesini tetikleyerek kibirle, büyüklenmeyle, efelenmeyle oy toplama stratejisi, “önce bugün” kaygısının her türlü itidali, ılımlılığı, ölçülülüğü rafa kaldırdığı varsayımından kaynaklanıyor. Umarım, siz bu satırları okurken bu varsayım yalanlanmış olur.

Sınırları ihlal etmek
Antik Yunan tragedyalarında ve genelde antik Yunan düşüncesinde hübris kavramı önemli bir yer tutar. Hübris, çok şiddetli tutkulardan, en çok da kibirden kaynaklanan bir ölçüsüzlük, bir hadsizlik hali olarak anlatılır. İtidalin, ılımlılığın, ölçülülüğün karşıtı olarak konan ve en büyük suç olarak kabul edilen hübris’in en uç noktası, kibir nedeniyle tanrılara ve kutsallığa karşı işlenen suçlardır.
Aslında hübris, ölçüsüzlükten kaynaklanan sınır ihlallerinin toplamıdır. Dolayısıyla hübris’in tanrılar tarafından verilen kaçınılmaz cezası olan nemesis, suçu işleyen canlı veya cansız varlığın ihlal ettiği sınırların içine çekilmesiyle sonuçlanır. “Tarihçilerin babası” diye de anılan Bodrumlu (Halikarnassos) Herodotos hübris-nemesis ilişkisini şöyle anlatır: “Görmüyor musun ki tanrılar, başkalarından büyük olanları kurum taslamaya bırakmaz, yıldırımıyla çarpar? Ama küçüklere bir şey olmaz. Ve görmüyor musun ki yapıların ve ağaçların en yüksekleri, her zaman yukarının gazabına uğrarlar? Zira tanrılar çizgiyi aşanları budamaktan hoşlanır.”
Budananlar, olmaları gereken sınırların içine çekilmiş olurlar.

Vasatın mutlak iktidarı
Sınır ihlali, sadece kutsallığa veya tanrılara yönelik hakaret manasına gelmez. Bir kişinin hak etmediği bir yere gelmeye çabalaması, kendinde aslında sahip olmadığı kudretler vehmetmesi de ciddi bir sınır ihlalidir. Sadece antik Yunan mitolojisi değil, dünya üzerinde çeşitli halkların mitleri, destanları, efsaneleri gerekli vasıflara sahip olmadan hak iddia edenlerin başlarına gelenlerin örnekleriyle doludur.
Türkiye 1980 sonrasında genelde öyle bir kalite erozyonuna uğradı ki, her alanda vasıflı insan açığı doğdu. Eğitimde yaratılan tahribat da bu boşlukların belirli bir sürede gereğince doldurulmasını engelledi. Vasatlığın, kalitesizliğin kendini ölçü olarak dayatabildiği günlere böyle geldik. Sonra özellikle son dönemin eseri olan bir adım daha atıldı: Bulundukları yerlerin gerektirdiği vasıflara sahip olmayanlar, bu yetmezmiş gibi, gerçek bilgiyi, deneyimi baskılamaya, susturmaya; birikimli insandan intikam almaya başladılar. Liyakatın tamamen askıya alınıp sadece kişi tapıncının, yani hübris’in en katıksızının kural sayıldığı son dönemde ise aslında vasatı bile arar olduk. Bu da bir oylama ile halledilebilecek bir sorun değil ne yazık ki, çünkü kökleri derinde...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

On yıl sonra... 18 Mart 2024
Yeni bir şeyler yapmak 12 Şubat 2024

Günün Köşe Yazıları