Hikmet Çetinkaya

Cehalet mangaları...

30 Nisan 2017 Pazar

Masanın üzerinde kareli defter...
Neredeyse 20 yıl önce yazılmış bir öykü.
Kış yüzünü göstermişti... Hagen kar altındaydı...
Hastane odasında Alman şair Karl Krolow’un dizeleriyle avunan, saçlarına kır düşmüş bir adam, geçmiş zaman resimleriyle buluşuyordu.
Az önce ameliyattan çıkmıştı...
Gökyüzü sıkılmış bir yumruk gibi gergindi. Gecenin karanlığında acılar mavi çizgilere doğru yürüyordu.
Odysseus gibi bir gölge laternaların tekdüze havalarıyla oynaşır gibiydi.
Yaşamın burukluğu o düşsüz uykularımızı deliyor, anayurdun yeşil vadilerinde ıslık çalarak kendini avutuyordu.
Düzenbazlar, çıkarları peşinde koşan tarikat şeyhleri, din baronları, cehalet mangalarıyla buluşuyordu benim canım ülkemde.
Yakın tarihini unutan ya da hiç bilmeyen bir toplum, bir ulus, kendi özdeğerlerini yitirmenin çektiği sancılardan bile habersizdi.
Zıtlıklar birbirini kovalıyordu...
Hani neredeydi o demokrasi ve özgürlük masallarını anlatanlar?
Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, o toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançları değil miydi?

***

Aradan 20 yıl geçmişti...
İşte nisan ayının sonu...
Masmavi bir gökyüzü...
Ataol Behramoğlu’nun bir şiiri, gecenin derin mavi çizgisi içinde güneşli bir pazar gününü avuçlarımızda çoğalttı.
Lermontov’un çocukluk fotoğrafı Nâzım Hikmet’i anımsattı.
Dünyanın öbür ucundaki çocuklar, ırmaklar, denizler, ormanlar, derin vadiler Hagen Köprüsü altında buluşuyordu.
O, Behramoğlu’nun çok beğendiği bir şiirini okuyordu:
“Türkiye özgür yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nâzım
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan.”
Saçlarına kır düşmüş adam o yılları anımsadı...
Demokrasinin laiklik temelinde yükseleceğine inanıyordu...
Anılar denizinde dolaşıyordu o adam.
Zamanın eşiğinde geçmişle hesaplaşıyor, kendi düşleriyle avunuyordu. Televizyonda haberleri izlerken, dudaklarından eksik etmediği sigarasının özlemini duyuyordu...

***

Gözleri uykuluydu...
Pencereyi açtı.
Ağaçlara baktı uzun uzun...
Erguvanlar, kartopu çiçekleri ona gülümsüyordu:
“Nasıl olduysa güneşli bir sabah ırmak kenarında ağacın altında oturuyorum .........

Bu önemsiz bir olay
Tarihe falan da geçmeyecek
Ne gerçekleri araştırılan
Savaşlar ya da antlaşmalar, ne de tiranların anılmaya değer suikastları .........

Ne var ki ırmak kenarında oturduğum bir gerçek.”
Yatağında yavaşça doğruldu...
Yıllar önceyi düşündü...
O hastane odası, Hagen’i, karlı dağları...
Onları düşündü...
Yatağından doğruldu...
Sol dizinde ağrı vardı.
Öylece kaldı...

***

O, 20 yıl sonra hayatı düşünüyordu, hızla geçen yılların ardında kalanları...
Temel hak ve özgürlükleri...
Tüm bunlar, insanlığın yüzyıllar boyu süren mücadeleleri sonucu elde edilmemiş miydi?
Bu özgürlüklerin düzeyi uygar bir toplum olmanın göstergesi değil miydi?
Uygar dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun bir beklentisi değil miydi?
Gözlerini yumdu...
Edip Cansever’in “Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz” dediği günleri anımsadı...
“Derin sessiz, iyi böylece
Güz ölülerini bırakan kuşlar
Yer kalmadı, acıya ülkemizde
Derin, sessiz, iyi böylece
Gün ortası alacakaranlık bakışlar.”   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları