Felaketin İçine Bakınca…

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Aslında Avrupa Birliği parlamento seçimleri, muhafazakâr The Daily Telegraph gazetesindeki yazarın “1930’ların çizmelerinin yeniden Avrupa’da yürüdüğünü duyuyorum” saptaması üzerine yazmayı planlıyordum. Soma felaketi her şeyi değiştirdi. Zaten Soma felaketi kapsamında yaşananlar çizme seslerinin bize de uzak olmadığını gösteriyordu...
Türkiye ve dünya basını Soma felaketini anlamaya çalışan yazılarla dolu. Ben bir adım geri çekilip bu felaketin yarattığı çatlaktan bakarak Türkiye’yi anlamaya çalışacağım.
“Gezi Olayı”, yolsuzluk-rüşvet iddiaları, bunları izleyen görevden alma skandalları, arkasından “1 Mayıs”ta yeniden devreye giren devlet şiddeti, Başbakan’ın gittikçe sertleşen tepkileri ile sarsılan toplumun, “yok bir şey yola devam” iddialarıyla, “paralel yapılar”, atanmış-seçilmiş ikilemi gibi fantezilerle bir arada tutulmaya çalışılan “düzeninde”, Soma felaketi büyük bir çatlak yarattı. Ahlaki boyutu son derecede sorunlu komplo teorileriyle üzeri örtülmeye çalışılan bu çatlaktan da hem genel olarak toplumun hem de AKP Türkiyesi’nin [G] erçeği kendini gösterdi.

Ahbap çavuşların vahşi kapitalizmi
Soma felaketine bakınca, eğer gözlerimizi ölümlerden uzaklaştırabilirsek karşımıza iki “aktör” çıkıyor:
Şirket ve AKP hükümeti/
devleti. Şirket, medyada aktarılanlardan toparlayabildiğim kadarıyla, baş döndürücü bir hızla yükselerek, kısa sürede devletin dış borcunun 500 milyon dolarını ben kapatayım diyecek konuma gelmiş. “Bu nasıl oldu” sorusunun iki ayağı var. Biri, şirketin kömürün ton maliyetini 140 dolardan 23 dolara indirmesine olanak veren, “mucize” yöntemleri. Maliyeti 140 dolardan 120 dolara indirmiş olsa bile bu bir başarı sayılabilirdi. Gerçek yaşamda mucize olmadığından 23 dolar düzeyi, vahşi kapitalizmin felakete zemin hazırlayan müstehcen bir örneği olarak çıkıyor karşımıza. Şirketin taşeron çalıştırması, 16 yaşındaki çocukları madene sokması, denetimcileri satın almış olması, ürünlerinin önemli bir kısmını devlete satıyor olması da bu hızlı yükselişe katkı yapan etkenler arasında sayılabiliyor.
Bu noktada ikinci “aktör”e gelebiliriz. Söz konusu şirketin sahibinin AKP üyesi olduğu söyleniyor. Bu şirketin genel müdürünün eşi de bölgenin AKP belediye meclisi üyesiymiş. Madende yalnızca AKP referansıyla gelen işçileri çalıştırıyor, bu işçileri zorla AKP mitinglerine gönderiyormuş. Gazeteler, AKP’li olmayan işçilerin işten çıkarıldığını aktarıyorlar. Bazı madenciler “AKP’ye, korkudan oy verdik” diyorlarmış.
Bu yakınlık, AKP milletvekillerinin tavırlarına da doğrudan, üstelik felaketin önlenme olasılığını zayıflatacak biçimde, yansımış. CHP inisiyatifiyle muhalefet partileri geçen ekim ayında Soma madenindeki güvenlik risklerinin, kaza olasılıklarının soruşturulmasına ilişkin bir önerge vermişler. O sıralarda Enerji Bakanı, ramazan münasebetiyle bu şirketi ziyaret etmiş, güvenlik önlemlerini övmüş. Muhalefetin önergesi, Soma felaketinden yalnızca 10 gün önce, AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş. Böylece bu felaketi önleyebilme fırsatı da kaçırılmış.
AKP ile şirket arasındaki bağlar o kadar güçlü ki, Başbakan, bu önerge ile ilgili olarak, Soma ile alakası yoktu diyerek yanlış bilgi vermeyi göze alabiliyor. Şirket temsilcileri gazetecilere, önce bakanlarla toplantı yapacağız ondan sonra konuşuruz, diyebiliyorlar. Medyada, soruşturmaya, AKP yanlısı bir savcının atandığı iddiaları yer alıyor.
Kısacası Türkiye medyası, izleyenlere mükemmel bir vahşi ahbap çavuş kapitalizmi resmi sunuyor.

Çizme sesleri
Bir yorumcunun yazısına koyduğu “Düşene devletlû tekmesi, konuşana Başbakan sillesi” başlığı AKP hükümetinin/ devletinin Soma felaketinin açtığı çatlaktan görünen pratiğini çok güzel betimliyor. Başbakan tokadı patlatırken duyulan “İsrail dölü” sözleri, bu tekme-tokatla 1930’ların çizme sesleri arasındaki bağı güçlendiriyor.
Modern kapitalist devletin liberal demokrasi biçimini, faşist/ totaliter biçimlerden ayıracak farkları saymaya başlasak, oluşacaklistenin başına sanırım, güçler ayrılığı, özel olarak yürütmenin, genel olarak devletin personel düzeyinde sermaye ile arasındaki mesafeyi koruması, yönetenlerin ticaretten uzak durması, devletin sivil toplumun kurumlarını şekillendirmeye kalkmaması, devletin meşruiyetini savunurken dini, ırkçı önyargılardan uzak durması gibi özellikleri koyabiliriz.
Hükümetin, felaketle karşılaştığı anda, kendi konumunu korumak için, “fıtratında var” ifadesiyle felaketi kadere, dolayısıyla takdiri ilahiye bağlaması, Başbakan’ın olaylı ziyaretinden sonra, madene kimi din adamlarının gelerek “şehit oldular, isyan etmeyin” telkinlerinde bulunmaları, hükümetin eleştirilerden korunmak için dinin arkasına sığınmaya çalıştığını gösteriyor. Başbakan’ın vatandaşı tokatlarken duyulan “İsrail dölü” ifadesi de ırkçı önyargıların her fırsatta devreye girmek için hazır beklediğini gösteriyor. Siyasal İslamın önden gelen yayın organlarının birinde, hükümetle şirket sahibi arasına mesafe koymak için “Mason” suçlamasını gündeme getirmesi de bir başka gösterge olarak alınabilir.
Soma felaketi vesilesiyle açığa çıkan, Soma madenine yalnızca AKP’lilerin alınmasına, Soma’dan gelen kömürlerin seçim rüşvetlerinde kullanılmış olabileceğine ilişkin haberler, hükümet partisi ile sermayenin doğrudan iç içe girdiğini, sermaye hükümetten beslenirken, hükümetin de sermayeden kendi siyasi gücünü artırmakta doğrudan yararlandığını gösteriyor.
Çizme sesleriyle bağlantıyı da Başbakanlık danışmanının vatandaşı acımasızca tekmelemesinde, Başbakan’ın vatandaşı tokatlamasında, ülkede yas ilan edilmesine karşın, acılarını göstermek, ölümleri protesto etmek isteyenlere polisin şiddetle saldırmasında izleyebiliriz. Bu gözlemlerimize, Manisa Valiliği’nin Soma’da tüm gösteri, protesto ve yürüyüşleri yasaklamasını, polisin ilçe girişinde otobüs ve otomobilleri durdurmasını, girişleri izne bağlaması, ilçeye komando birliklerinin getirilmesini ekleyebiliriz.
Çizme seslerinin arkasında her zaman güçlü bir paranoya vardır. Soma felaketi bize bu konuda da örnekler sundu. Hükümet partisinin yanlıları, felaket haberiyle birlikte felaketin boyutlarıyla, ortaya çıkan insani krizle ilgilenmek yerine, “bu bizim iktidarımızı nasıl tehdit edecek” korkusuna kapıldılar; asla etkisinden sıyrılamadıkları “Gezi travmasına” geri döndüler, kazada, şirketi de aklamakta işlevsel olabilecek komplolar aramaya başladılar. Polislerin şirket sorumlularını zanlı olarak gözaltına alması beklenirken, on yaşındaki bir çocuğu tutuklamaya çalışırken çekilen “zavallı” resimlerine tanık olduk.
Soma felaketi bu rejimin nereden nereye geldiğini ve nereye doğru gittiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Çatlak kapanmadan bu resmi bir yerlere kaydetmekte büyük yarar var!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları