Çiğdem Toker

Merhamet değil hukuk

14 Mayıs 2017 Pazar

Akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça, 66. günde.
Herkesin, hepimizin, dünyanın gözü önünde eriyorlar.
Bir an bakan olduğunuzu düşünün. Öyle bir imza atıyorsunuz ki, sonucunda on binlerce kişi aileleriyle açlığa mahkûm ediliyor. Büyük kudret değil mi?
Açlığa mahkûm ettiklerinizin bazıları, kendilerini ölüme mahkûm ediyor.
Bu daha büyük bir kudret.
Nuriye Gülmen, sağlığı henüz bozulmadan kaydettiği videoda, “Biz de tek bir saniye bile aç kalmayı istemeyiz” diyordu. Aç kalma eylemine, açlıkla terbiye edilmek istendikleri için başvurduklarını söylüyordu. Bakın bu çok önemli bir ayrıntıdır.
Açlıkla terbiye edilmek istendikleri için aç kalmayı seçmek.
Gülmen ile Özakça, KHK ile kaybettikleri işlerini geri almak için eylemde.
Hakkınızda bir soruşturma yok, açılmış bir dava yok. Ülkeyi yöneten bakanlar toplanıp sizi işten çıkarıyor. Ve sizin gideceğiniz hiçbir yer yok.
Hak arama kurumlarının kapıları, beton gibi.
Gülmen ile Özakça merhamet değil hukuk istiyor. İşleri onun için çok zor.
Başkentin göbeğinde, herkesin gözü önünde eriyorlar.
Bakanlar bakıyor mu?

Destan yazan bankalar
Destanlar bize yazının, bilimin aklın henüz gelişmediği çağlardan seslenir.
En eski sözlü edebiyat türlerinden biridir. Toplumların tarihinde ses getirmiş, iz bırakmış büyük olayları anlatmak için nesilden nesile aktarılır.
Peki, destan ile banka kelimesi yan yana gelir mi?
Geldi vallahi. Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli Türkiye Bankalar Birliği Genel Kurulu’nda, “Destan yazdınız” dedi.
Para satan kurumlar nasıl destan yazıyormuş derseniz, Canikli meğerse 15 Temmuz darbe girişimiyle bağlantı kurmuş.
Türkiye son 10 aylık döneminde her türlü badireyi atlatmış. Bunda bankaların kredi musluklarını açıp mükemmel performans sergilemesinin payı büyükmüş.
Ve kritik açıklama: Banka aktiflerini menkulleştirmeye yarayacak banka senedi projesi ile ilgili teknik çalışmaların tamamlandığını da söylemiş.
Belki oradan bir destan gibi görünüyor olabilir. Ama banka aktiflerini menkulleştirip senet çıkarmanın riskli olduğunu söyleyen de pek çok iktisatçı bürokrat mevcut.
Çünkü o tip senetlerin karşılığında para basılacağı belli. Aslına bakılırsa Canikli’nin tarifi tam olarak Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) görev alanına giriyor. TVF de zaten bu amaçla kuruldu. Gerektiğinde menkul kıymet çıkarmak/satın almak asli işleri arasında.
E büyük altyapı projelerini finanse eden iki büyük kamu bankası da TVF kapsamında.
Güya çok şeffaf çalışan TVF’nin, banka aktiflerini, yani hepimizin bildiği müteahhitlere kullandırdığı kredileri kâğıt haline getirme çalışmasında sona gelinmiş demek.
Hazine nakit açığının rekor kırdığı bir dönemdeki bu çalışma, inşallah başka bir destanla sonuçlanmaz.

Eski değil ‘geçmiş’
arkadaş Amin Maalouf’un “Doğu’dan Uzakta” romanını okuyanlar anımsar. Daha iyi bir dünya hayalini birlikte kurdukları gençlik arkadaşlarından biri hiç beklemediği bir “dönüş” yapmış ve roman kahramanı Adam’ı derin bir düş kırıklığına uğratmıştır.
Paraya para demeyen “makbul işadamı”na dönüşmüş bu gençlik arkadaşından üçüncü şahıslara bahsedebilmek için yeni bir sıfata ihtiyaç duyar.
Anılar ne kadar değerli olursa olsun o artık “eski arkadaş” sıfatını hak etmiyordur Adam’ın gözünde. Bu nedenle ondan “geçmiş bir arkadaş” diye söz eder.
Cumhuriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Sevgili Oğuz Güven’in bir haber başlığı nedeniyle gözaltına alınışı, bu kült romanı yeniden ve yeniden zihnime taşıdı.
Buradan gayet net görünüyor: Baskıcı rejimlerin, propaganda makineleri kurup, o makineyi çamurlu yağlar taşıyan gazeteci görünümlü orducuklar beslemesinde anlaşılmaz bir yan yok. Haysiyet ve hayat cellatlığına soyunan klavyeler, onlara dünyalık olarak geri döner.
Anlaşılmaz olan, vaktiyle “iyi gazeteci” tanımına uymuş, dahası baskıcı rejimin gadrine uğramış, ağır bedeller ödemiş çileler çekmiş “eski” arkadaşların savruluşu.
Bu “yolculuğu”, ruh halini, canla başla tetikçilik yapma arzusuyla yanıp tutuşmayı “geçmiş” arkadaşlarda görmek tuhaf. Sahiden çok tuhaf.
Geçmiş olsun Oğuz Bey.

Bize kamucu ekonomi lazım
Röportaj yapan meslektaşlar bilir. Sınırlı bir yere olabildiğince çok sayıda yeni mesajı, bir kurgu içinde sığdırmak biraz eziyetli bir uğraştır. Eziyet demem yanıltmasın. Kastım, “dışarıda” kalan parçalara dair.
CHP sözcülüğü ve MYK üyeliğinden istifa eden Selin Sayek Böke ile söyleşimiz de bu dertten nasibini aldı. Röportaja sığmayan başlıklardan biri de ekonomiye dairdi.
Böke, asgari ücret meselesinin toplum gündemine sokulmasındaki payını anımsattı. Şu anda iki yıl öncesine göre çok daha ağır bir gündem, daha doğrusu ağır bir demokrasi sorunu yaşıyor olmamız nedeniyle ekonominin fazla öne çıkamadığını konuştuk. Böke, siyasette bir yandan hukuk ve demokrasinin yeniden inşası için uğraş verirken ekonominin yerini şöyle tanımlıyor:
“Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, artık çoktan sınırlarına gelmiş olduğumuz vahşi kapitalizmin yerine, hızla hakiki bir sosyal demokrat, eşitlikçi, güvenceli çalışma imkânı sağlayan, herkesi fırsat eşitliğiyle düzene davet eden, yeniden kamuculuğu tarif eden, salt piyasaya terk edilmiş bir ekonomik düzen yerine piyasanın önünden giden, piyasayı düzenleyen denetleyen bir kamuyla emeğin hakkını koruyan yeniden tarif edilmiş biri ekonomik düzen.”
Tanımdaki “kamuculuk” kayda girmeli.    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları