Soma Katliamı ve Sonrası

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Madenciliğin ülkemizdeki koşullarda yapıldığında isminin “modern kölelik” olduğunun bilincinde, bu acımasız sisteme dur diyebilecek, devrimsel nitelikte yasa, düzenleme ve uygulamalarla hesap sormalıyız, sormalıydık. Fakat ne yazık ki bunu sormak bir yana, Soma’daki ocaklarda işçilerin yeniden işbaşı yaptıklarını öğreniyoruz. Faciaya sebep olan affedilemez ihmallerin hiçbiri henüz düzeltilmemişken, etkin denetim ve güvenlik önlemleri hayata sokulmamışken işçiler tekrar o cehennemlere yollanıyor. Bugüne kadar onlarca kez değiştirilen Kamu İhale Yasası’ndan kaynaklı “daha ucuza yapan almalı” anlayışıyla, “bu iş bu paraya nasıl yapılır?” diye sormadan alınan işlerde insanlar, yetersiz, sağlıksız güvenlik tedbirleri altında, küflü, miadı dolmuş, Çin malı maskelerle yer altlarında, “rödovans”, “daha çok üretim”, “üretim zorlaması”, “dayıbaşı” gibi sömürüye dayalı taşeron, arızalı sistemler altında ekmek peşinde koşmaya mecbur bırakılıyor… Hal böyle olunca işte etkin olarak hiçbir hakkı bulunmayan işçilerin yaşadığı Nijerya, Bangladeş, Guatelama gibi ülkelerle aynı listede boy gösteriyoruz ve emeğin değerini herkesten çok bilmesi gereken bu coğrafya, her iki günde bir maden işçisinin hayatını kaybettiği, işçiler için dünyanın en berbat ülkelerinden biri olarak gösteriliyor.
Bir zamanların kaynağı bol, çeşitli, toprağı zengin, ürünü kıymetli coğrafyası… Tarlalarını, ziraatını, yanlış ithalat ve yanlış tarım politikalarına kurban eden, tarımı ve tarımsal geliri öldürerek çiftçiyi hayatta kalabilmek ve evini geçindirebilmek için yeni çıkış yolları aramaya mecbur bırakan bir sistem. Başlıca geçim kaynakları olan tütünü, domatesi, zeytini para etmemeye başlayan insanları yerin metrelerce altına sokan ve orada onları, daha fazla kazanmak uğruna hoyratça kullanan, sömüren. Ve zamanı geldiğinde gözünü kırpmadan silip atan; zira geçmişten bugüne yaşanan maden cinayetlerinden sonra hakkını arayan fakat ulaşamayan pek çok mağdur işçinin, emekçinin ve yakınının varlığı ve isyanı hepimizin malumu. Üstelik tüm bu ihmaller ve sömürü düzeni neticesinde yaşanan felakette birden fazla yakınını kaybeden acılı ve tepkili maden işçileri, vatandaşlar devlet eliyle tokatlanıp, tekmelenip, hakarete uğrayabiliyor. Ve sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, eleştirilebilir ya da ayıplanabilir olsa da düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilebilecek sözleri sebebiyle “sürüngen” olmayı ya da işinden edilmeyi hak etmeyen; daha doğrusu hiçbir demokratik ülkede başbakanların bu türden müdahalelerine maruz bırakılmayacak olan gazetecileri günah keçisi ilan etmek… Soma katliamı ve sonrasında yaşananların da, Başbakan’ın kendisinin ve danışmanının parçası olduğu skandalların da unutulup olayın, hoşa gitmeyen laflar eden bir iki gazetecinin lincine indirgenmeye çalışılması. Bu gazetecilerin “hak ettikleri” cezayı almaları için medya patronlarına açıktan çağrıda bulunulabilmesi… Sanki sahip olduğu Başbakanlık müşavirliği unvanına güvenerek vatandaşı çılgınca tekmeleyen, sonra da gidip incinen ayağı için doktor raporu alan Yusuf Yerkel’e hak ettiği ceza verilmiş gibi. Sanki çalıp çırpan, vatandaşa söven, sayan, hatta toplumsal inançlarla alay eden bürokratların, işadamlarının, milletvekillerinin; ihmalkârlıklarıyla, görev suiistimalleriyle kitlesel ölümlere sebebiyet verenlerin hak ettikleri cezaları aldıkları, alacakları bir memlekette yaşıyormuşuz gibi.
Ne acayiptir ki burası, hak etmeyenlerin hak etmedikleri cezalara layık görülüp, hak edenlerin, cezalandırılması gereken vukuatları için ödüllendirildiği, baş tacı edildiği bir ülkeye dönüşüyor hızla.

Uğur Kurt’un ölümü
Ülke 301 işçinin ölümüne ağlamaya devam ederken ve Gezi’nin yıldönümü yaklaşırken Okmeydanı’nda eylem yapan bir grup gence müdahale eden polis, olaylar sırasında bir yakınının Okmeydanı cemevindeki cenaze törenine katılan Uğur Kurt’u başından vurdu. Böyle bir ülke burası. Ekmek almaya giderken de öldürülebilirsin, evlenmek istediği ablasıyla evlenemeyen caninin canı istedi diye de, Alevisin diye de, daha çok kazanmak uğruna daha çok ihmal edilen madenlerde de, Reyhanlı’da da, Roboski’de de.
İktidarın başbakanlık danışmanından güvenlik güçlerine kadar hemen her kademesinde ve dolayısıyla toplumda da, şahsa veya topluma muhalif her türlü vakada ilk müdahale yöntemi olarak şiddetin tercih edilmesinin, buna önleyici bir yöntem olarak kolaylıkla başvurulmasının ilk olmayan ve böyle giderse son da olmayacak olan hazin neticelerinden biridir Uğur Kurt. Bu satırları yazarken yine Okmeydanı’nda gece saatlerinde çıkan olaylarda, parça tesirli bombanın yüzüne isabet etmesi sonucu bir hayatın daha söndüğünü öğreniyoruz…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları