Mucizenin adı İstanbul Festivali

01 Haziran 2017 Perşembe

Dile kolay: Tam 45 yıldır bizlere nefes alabileceğimiz bir alan yaratıyor İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV)... Yaşama alanı, sığınma alanı, direnme alanı, yaratıcılık alanı... Sevgi, aşk, tutku alanı... Yalnız bu ülkenin değil, yeryüzünün pisliklerinden, sahtekârlığından, yozluğundan, yalancılığından ve tüm kötülüklerinden arınma alanı...
Nasıl mı yaratıyor bu alanları? Festivallerle!
45 yıl önce Uluslararası Müzik Festivali’yle başlayan, sonra sinema, tiyatro, caz festivallerini ve Bienale’yi doğuran, bir akümülatör, bir enerji kaynağı... Üstelik cehaletin, bilgisizliğin, kültürsüzlüğün, seviyesizliğin, niteliksizliğin, yozluğun alkışlandığı, baştacı edildiği bir ortamda ve zamanda... Tüm olumsuz koşullara, parasızlığa, olanaksızlığa, salonsuzluğa karşın gerçekleştiriyor bu mucizeyi...
Bu mucizeyi 45 yıldır izleyenlerden biriyim. Nejat Eczacıbaşı, Aydın Gün, Şakir Eczacıbaşı ve Bülent Eczacıbaşı’nın başkanlığında, muhteşem ekiplerle yol alan bir serüven...
Önceki akşam açılış konserinde şef Sascha Goetzel’le her gün daha da güçlenen Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’ndan “Güllü Şövalye Süiti”nin harikulade yorumunu dinlerken içimden haykırıyordum:
“Yaşasın tüm emeği geçenler, tüm sanatçılar, tüm sponsorlar!”
“İnadına sanat! İnadına nitelikli, çoksesli, çok renkli sanat!”

Evin İlyasoğlu: Emeğe saygı
Bu 45. festivalin biz Cumhuriyet çalışanları için bir ayrıcalığı var. Bu yılın Onur Ödülü yazarımız Elvin İlyasoğlu’na verildi. Yıllarca benim Sanat Dergimin de yazarıydı!
O, bir çalışkan karınca: Yazdığı makale ve kitaplarla; gerçekleştirdiği radyo programları, düzenlediği konserlerle ülkemizde nitelikli klasik müziğin yaygınlaşmasına hizmet etti. Ancak onu farklı kılan bir de kişiliğinin inceliği var: Emeğe saygısı, hak bilirliği var... İşte paylaşmak istediğim bir örnek:
Bundan bir süre önce Evin İlyasoğlu telefonda “Senle çok önemli bir şey konuşmam gerek” diyordu.
“Önemliyse hemen söyle” dediğimde “telefonda olmaz, buluşmamız gerek” diye ısrar ediyordu.
Yoğun programlarımız nedeniyle, nihayet buluştuğumuzda Evin, uzun uzadıya anlatmaya başladı:
Önümüzdeki yıl Leyla Gencer’in aramızdan ayrılışının onuncu yıldönümüydü… Ve işte... Borusan Sanat... Onlar demişti ki... Evin demişti ki...
Sonunda söyledi: Zeynep’e sormadan yanıt veremem, dedim onlara...” Bir iki yutkundu, devam etti: “Leyla Gencer’le ilgili bir kitap yazmamı istiyorlar. Ne Franca Cella’nınki gibi laboratuvar kitabı, ne de seninki gibi kişisel, popüler... İkisinin arası bir kitap... Sana sormadan, senden icazet almadan yanıt veremeyeceğimi söyledim Borusan’a.”

Hepimize müjde!
Düşünebiliyor musunuz? Bana soruyor! İnceliğe, emeğe saygıya, yüceliğe bakar mısınız!!! Benden icazet almaya geldiğini söylüyor!
Kimsenin kimsenin emeğine saygısı olmadığı, alıntılarda bile kaynak gösterilmediği, hoyratlığın egemen olduğu bir ortamda, benden onay, hani neredeyse izin istiyor! İşte Evin İlyasoğlu farkı!
Kahkahalarla güldüm, boynuna sarıldım, bunun beni ancak sevindireceğini, harika bir iş çıkaracağını söyledim. Leyla Gencer için bir değil, onlarca kitap yazılması gerektiğine inandığımı; “Leyla Gencer- Tutkunun Romanı” kitabımda bunu zaten vurguladığımı söyledim.
Bir şey daha yaptım: Elimdeki, kullandığım ve kullanmadığım tüm malzemeyi (Leyla Hanım’ın ders notlarını, ses bantlarının çözülmüş halini, vb) Evin’e teslim ettim... Şimdi sabırsızlıkla kitabını bitirmesini bekliyorum. Bitirsin ki hepimiz okuyalım. İyi ki varsın Evin İlyasoğlu!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları