Kırık Senfoni (2)

10 Haziran 2017 Cumartesi

1-5 Haziran tarihlerindeki İtalya yolculuğu yorucu, eğlendirici, bilgilendirici geçti.
Gazeteye geçen hafta İtalya’dan gönderdiğim yazıda söylediğim gibi, hiçbir mutluluğu, sevinci, gölgesiz yaşamaya hakkımız yok.
Bu kez her zamankinden daha da çok öyle oldu.
Avrupa ülkelerinden, Asya’dan, Amerika’dan bu şiir festivaline katılan şairler arasında ülkemizin şiirini temsil ediyor olmak kuşkusuz güzeldi.
Fakat ülkemizde yaşanmakta olanları merak edenlerin meraklarını gidermek de bir o kadar güçtü.
Türkiye için kaygı duyuluyordu.
Önceki yurtdışı yolculuklarımda karşılaştığım iyimser, olumlu görüşlerin ve beklentilerin yerini, kaygı dolu soru işaretleri almıştı.
Sanki 1980 sonrasında, yurtdışı sürgünümde yaşadıklarımı bir kez daha yaşamaktaydım…
Film geriye sarılmış, tekrarlanıyordu…
Bunun ne kadar üzücü, sıkıntı verici bir duygu olduğunu anlatmak kolay değil…
Yurdumda yurtsuz kalmış gibiydim…

***

Güney İtalya coğrafyasındaki Lazio bölgesinde; tek bir gökdelene, zevksiz yapılaşmalara, tamamlanmadan bırakılmış inşaat iskeletlerine rastlamadığım bu yemyeşil coğrafyadaki buluşmalardan, şölenlerden, ayrıntılarıyla söz etmeyi farklı türde bir başka yazıya bırakıyorum.
Bu köşe yazısında özetle söyleyebileceğim şey, İtalya’nın (özellikle de) kadınıyla, erkeğiyle, güler yüzlü, konuşkan, mutlu insanlar ülkesi olduğudur…
Festival sonrasında bir gün kalarak gezdiğim Roma ise, her zamanki gibi, sorunsuz, kavgasız gürültüsüz, turist kaynayan, ama insanların birbirinin üzerine ve birbirinin üzerinde yürümediği, yaşanılası, çağdaş, özgür bir şehirdi…

***

Adı (şimdilik) Atatürk olan havaalanımızdan giriş yaparken, pasaport kontrolünde, tıpkı ülkeden çıkıştaki gibi, yıllar sonrasında ilk kez yine bir tedirginlik yaşadığımı hissettim.
Ne de olsa sırtımızda bir namluyla yaşıyor gibiyiz.
Adı konulmamış bir darbe ortamındayız.
Canımızın, olduğu kadarıyla malımızın, hiçbir şeyimizin güvencesi kalmadı.
12 Eylül sonrasında 10 ay cezaevlerinde kaldım.
Şimdi, şu anda Silivri’de, 223 gündür, yani yedi buçuk aydır sorgusuz sualsiz tutulmakta olan arkadaşlarımızın yerinde mi, yoksa o zamanki tutsaklık koşullarında mı olmak isterdin diye sorsalar, kuşkusuz ve duraksamaksızın o zamanı tercih edeceğimi söylerdim. Çünkü üç ay sonra da olsa iddianame dedikleri şey hazırlanmış, yargıç önüne çıkarılmıştık.
Bugün bütün cezaevleri esir kamplarından farksızdır. Ülkemize, adı konulmamış bir kapalı rejimin en ağırı yaşatılmakta. Faşizmden daha korkunç olan, onun ikiyüzlüsüdür. Cinayet korkunç, zulüm insanlık dışıdır. Fakat daha da kötüsü suçun üstünün örtülmesi, zalimin mazlum mazlumun zalim gösterilmesi ve sonsuz beyin yıkama olanaklarıyla bunda başarı da kazanılmasıdır. İkiyüzlü faşizm derken söylemek istediğim budur…

***

İtalya’daki festivalin son gününde, şiir ve heykel kenti Cervara di Roma’da “Sanatçılar Cumhuriyeti”nin açılışı yapıldı… Bana da üzerinde “REPUBLICA delgi ARTISTI/TURCHIA” yazılı bir plaket verildi… Onu, dört yanına açılmış çivi deliklerinden çalışma odamın duvarında bir yere çivileyeceğim… Bu sırada yaptığım konuşmada, söze Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le duruşmanın savcısı arasında geçen bir konuşmayla başladım. Nâzım Hikmet’in soruları üzerine, Ömer Hayyam’ı tanıdığını, o dönemin sultanlarının adını ise bilmediğini söyleyen kibirli savcıya Nâzım, şimdi de aynı şeyin olacağını, dönemin bütün egemenlerinin adı unutulurken kendi adının unutulmayacağını söylüyor.
Sonrasında ise sözlerimi şöyle bağladım:
Bugün bizlere bu Sanatçılar Cumhuriyeti belki çocukça bir oyun, bir fantezi gibi görünebilir.
Fakat bütün cumhuriyetlerden daha çok yaşayacak olan, bu küçücük salonda kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz Sanatçılar Cumhuriyeti’dir…

Bunlar da “kırık senfoni”min final notaları olsun…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ülkem için korkuyorum 24 Nisan 2024
Devlet suç işliyor 17 Nisan 2024
Bir bayram kutlaması 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları