Ayşe Emel Mesci

Bir fotoğraf

12 Haziran 2017 Pazartesi

Bir süredir anılarımı derlemeye, arşivime bir düzen vermeye uğraşıyorum. Bu nedenle bazı günler bir sürü eski fotoğrafla sarılmış olarak buluyorum kendimi. İlhan Selçuk bir yazısında şöyle demişti: “Fotoğrafta donmuş olan zaman, bir anın sürekli geleceğe taşınmasından oluşur. Duran zamandır fotoğraf...” O “duran zaman”lar çevremi alıp, kendi varlıklarını hatırlatıyorlar bana. Ben de çekildikleri andan bugüne geçmiş zamanı biriktirmiş bakışımla yanıtlıyorum onları. Sepya sarılığı içinden bana bakan yüzleri zihnimde canlandırmaya, kâh eskiye dönüp fotoğrafın anını onlarla paylaşmaya, kâh sonraki yaşam çizgileri üzerine kafa yormaya çalışıyorum.
 
Sağmalcılar Cezaevi
Bu fotoğraf Sağmalcılar Cezaevi’nde çekilmişti. Solda ben, ortada Ayşe Bilge Dicleli, sağda Ayşe Baykara... Sene herhalde 72 olmalı. Çünkü 30 Mart’ı orada yaşamıştık.
Bu üç isim hali, yani “Ayşe Emel Mesci” ve “Ayşe Bilge Dicleli” bize 12 Mart döneminin armağanıdır. Herkes bana “Emel” derdi, hepimiz de “Ayşe Bilge” değil, “Bilge” derdik. Hem bizler hem de kamuoyu göbek adlarımızla (“Ayşe”) 12 Mart’ın sonu gelmez tutuklama bildirileri, nüfus cüzdanına göre yazılmış iddianameler ve basında çıkan haberler aracılığıyla haşır neşir olduk.
Bilge ile Sağmalcılar Cezaevi’nde kısa bir dönemi paylaştık. Ben 24 sanıklı davadan gelmiştim, o 256 sanıklı davadan... Zaten Sağmalcılar Cezaevi o dönemde son dağıtımdan önceki merkez gibiydi. Yolların kesiştiği, tekrar ayrıldığı, insanların önce yan yana gelip sonra uzaklaştığı bir terminal binasını andırıyordu. Bir müddet sonra hepimizi nihai cezalarımızı yatacağımız cezaevlerine dağıtmışlardı.
 
Gülümseme
Yumuşak, sevecen ve çok iyi eğitimli bir kız olarak yer etmiştir zihnimde koğuş arkadaşım Bilge. Bu fotoğrafı ise ne zaman görsem gülmeden edemem. Çünkü işin aslı, dansçı olan benim, konservatuvar mezunuyum, ama fotoğrafta Ayşe Baykara (Kâmil Dede’nin baldızıydı) ve benim aramda estetik pozu ve doğru ayak duruşunu Bilge yakalamış.
Sağmalcılar Cezaevi’nde kesişen yollarımız sonra ayrıldı gitti, bir daha karşılaşmadık. Belki Türkiye’nin 12 Eylül öncesi ve sonrası siyasi fırtınalarında göz gözü görmez bir hale gelen hava da bunda etkili olmuştur, bilemiyorum. Ben Bilge’nin özellikle kadın mücadelesi alanında gösterdiği çabayı hep saygıyla, takdirle izledim. Ama belleğimdeki Bilge Dicleli imgesini ne siyaset, ne kadın mücadelesi, ne başka bir şey belirliyor. Donmuş bir zamana, bir fotoğraf karesine sıkıştırılmış birkaç aylık cezaevi arkadaşlığından günümüze, “Üç Kızkardeş”in finalinde Olga’nın sözleriyle “Ah bir bilsek, bir bilsek...” diyerek bakan o üç genç kızın bakışlarıdır benim için Bilge. Hayatım boyunca onun adı ne zaman geçse hem ruhumla hem yüzümle hep gülümsedim. Onunla birlikte çalışma, mücadele etme, üretme, yaşama olanağı bulmuş herkes neyi ifade etmeye çalıştığımı çok iyi anlamıştır, eminim.
Bu gülümseme için sana çok teşekkür ediyorum Bilge Dicleli, yolun açık olsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

On yıl sonra... 18 Mart 2024
Yeni bir şeyler yapmak 12 Şubat 2024

Günün Köşe Yazıları