Olaylar Ve Görüşler

Mücadele ve dayanışma

16 Haziran 2017 Cuma

15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, haklarımızı nasıl kazanacağımızı ve koruyacağımızı Türkiye işçi sınıfına gösteren bir derstir. Bugün o şanlı direnişin ışığına ihtiyaç duyduğumuz açık.

Bundan 47 yıl önce, 15-16 Haziran 1970’te yaşananlar, tarih boyunca “Türkiye’yi sarsan iki gün olarak” anımsanmayı hak ediyor. 15-16 Haziran direnişi, DİSK’in kapısına kilit vurmak isteyen patronlara ve iktidara karşı işçi sınıfının başkaldırısıdır. Direnişi açığa çıkaran görünürdeki olay, 1317 sayılı Kanun ile 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nda çok sayıda değişiklik yapılmasıydı. Bu değişikliklerin en önemlisi de sendika, federasyon ve konfederasyon kuruluşuna ilişkin baraj koşuluydu. Sendikalı işçilerin en az üçte birinin üye olma şartı, daha üç yıl önce 1967’de kurulmuş olan ancak sendikal harekete büyük bir devrimci ivme katan DİSK’i yok etmeyi amaçlıyordu.

İzmit’ten İstanbul’a
Güdümlü bir sendikal tekel oluşturarak işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesinin yeşermesini engellemeyi amaçlayan bu yasaya işçilerin tepkisi net oldu. Türkiye’de sanayinin kalbi durumundaki İzmit’ten İstanbul’a uzanan hatta on binlerce işçi iş bırakarak sokaklara çıktı. Devletin ve sermayenin işçilere tepkisi sert oldu: Direnişe öncülük eden binlerce işçi işten çıkarıldı, yüzlercesi tutuklandı, üç işçi de yaşamını yitirdi. Anayasa Mahkemesi söz konusu yasanın sendikal barajlara ilişkin hükümlerini, hakkın özünü ortadan kaldırdığı gerekçesiyle iptal etti.
Bugün, tam 47 yıl sonra, 15-16 Haziran’ın ışığına her zamankinden çok ihtiyacımız var. Çünkü işçilere karşı büyük bir savaş ilan edilmiş durumda.

İşçi düşmanlığı
Bu ülkede işçiler taşeron işçilik, kiralık işçilik gibi adlar altında köleliğe mahkûm ediliyor. Bu ülkede geçen yıl, 1970 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bu ülkede işsizlik 7 milyona ulaştı; işsizlik sigortası fonu ise patronlara peşkeş çekiliyor. Bu ülkede KHK’ler ile haklarında hiçbir yargı kararı bulunmayan kamu çalışanları ve kayyım atanan belediyelerdeki işçiler hukuk dışı biçimde işlerinden edildi; gidecek mahkemeleri bile yok.
Bu ülkede işçiler açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilirken hak aramak da yasaklandı. Bu ülkede grev hakkı, Bakanlar Kurulu kararlarıyla gasp ediliyor. Bu ülkede işçilerin sendikalı olma ve sendikasını seçme hakkı kısıtlanıyor. Saymakla bitmeyen bu sorunlar yetmezmiş gibi, şimdi de hükümet işçi sınıfına karşı yeni saldırılara hazırlanıyor.
Kadın işçilere yarı zamanlı çalışmayı, evden çalışmayı dayatacak, kadınları daha da güvencesiz çalıştıracak düzenlemeler hazırlıyorlar. Meclis’te bulunan zorunlu arabuluculuk yasası ile işçilerin haklarını iş mahkemelerinde aramalarının önüne geçilmek isteniyor.
Bu da yetmiyor, işçi sınıfının ekmeğini çalmaya doymayanlar, 80 yıllık kıdem tazminatı hakkımıza göz koyuyorlar. Kıdem tazminatını bireysel fona dönüştürerek, iş güvencemizin son kalesini yok etmek istiyorlar. “Yük” ifade ettikleri kıdem tazminatını düşürmek istiyorlar. Fonda biriktirecekleri haklarımızı istedikleri gibi yağmalamak istiyorlar.

Üç ders var
İşte bu koşullar altında 15-16 Haziran’ın ışığına ihtiyaç duyduğumuz açıktır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, haklarımızı nasıl kazanacağımızı ve koruyacağımızı Türkiye işçi sınıfına gösteren bir derstir. O şanlı direnişten bugünümüze ışık tutan üç temel ders konusu vardır.
1. 15-16 Haziran’dan çıkan ilk ders “mücadele”dir. Bundan 47 yıl önce, işçi sınıfının kendi elleriyle inşa ettiği biricik örgütünü hedef alanlara, DİSK’in varlığına son vermek, örgütlenme özgürlüğünü yok etmek isteyenlere işçilerin yanıtı, inen şarteller, boşalan fabrikalar ve zapt edilen meydanlar, sokaklar olmuştu. On binlerce işçi direnme hakkını kullanmıştı. Şartelleri indirip işyerlerini boşaltan işçiler, önlerine çıkan tankları, barikatları bir bir aşarak DİSK’e sahip çıkmışlardı.
2. 15-16 Haziran’dan çıkan ikinci ders “birlik”tir. Bundan 47 yıl önce işçiler DİSK’i savunmak için yani haklarını savunmak için, sendika ayrımı gözetmeksizin, sendikalı- sendikasız demeden “Anayasal Direniş Komiteleri” altında birleşmiş ve bir arada direnmişti. Bugün de haklarımızı savunmak için işçi sınıfının birliğine ihtiyacımız var. Örgütlü örgütsüz, beyaz yakalı-mavi yakalı, taşeron-kadrolu, hizmetler-sanayi çalışanı, kadın-erkek ülkenin dört bir yanından tüm işçiler başta kıdem tazminatı olmak üzere hakları için birleşmelidir.
3. 15-16 Haziran’dan çıkan üçüncü ders “dayanışma”dır. Bundan 47 yıl önce işçilerin bu dayanışması sonuç vermiş, DİSK’i kapatacak, işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesine son verecek bu yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bundan tam 47 yıl önce işçi düşmanlarının hevesleri kursaklarında kaldı. Bu zaferi kazandıran, işçilerin birliği, mücadelesi ve dayanışması oldu.

DİSK’in mayası
15-16 Haziran 1970’ten bugüne egemenler, işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesini yok etmek için her yolu denediler. 1 Mayıs 1977 katliamından, Kurucu Genel Başkanımız Kemal Türkler’in öldürülmesine, 12 Eylül darbesinden o darbenin mirası sendikal barajlara, grev yasaklarından Taksim Meydanı’nın işçilere kapatılmasına kadar atılan her adımın ortak bir amacı vardı: İşçi sınıfının kendi bağımsız örgütleriyle toplumsal ve politik bir özne olarak ortaya çıkmasına engel olmak.
Bugünkü iktidar 47 yıl önce DİSK’i kapatmak isteyenlerin mirasçılarıdır. Her nasıl ki 47 yıl önce büyük bir işçileşme dalgasının üzerinde yükselen işçi sınıfı hareketi ve örgütleri denetim altına alınmaya çalışıldıysa, 47 yıl sonra da neoliberal politikalar eşliğinde güvencelerinden arındırılarak işçileştirilen büyük işçi yığınlarının, politik bir işçi hareketine dönüşmesinin önü alınmak isteniyor.
Güvencesiz işçi sınıfına katılan yığınları ilk iktidar olduğu zamanlarda ideolojik aygıtlarıyla kontrol altında tutan AKP, ideolojik aygıtlar sınıfsal çelişkiyi ve biriken tepkiyi soğurmaya yetmeyince artık büyük oranda zor aygıtlarıyla aynı amaca hizmet ediyor.
2013’ten beri Türkiye’de yaşanan birçok gelişme, neoliberal yağma ve güvencesizlik politikalarına karşı tepkisi yükselen işçileşen bir toplumu zor aygıtları ile yönetme eğiliminin yansımasıdır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, düşünceyi ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, örgütlenme hakkı, grev hakkı, siyaset yapma hakkı çeşitli gerekçelerle kısıtlanıyor.
Her nasıl bugünkü iktidar 47 yıl önce DİSK’i kapatmak isteyenlerin mirasçısı ise bizim tarihimiz de DİSK’i kapattırmayan işçi sınıfının tarihidir. Bizim mayamız budur. Her zaman söylediğimiz gibi: Uzatılan kılıca sessizce eğilecek bir boyun bizde yoktur!

ARZU ÇERKEZOĞLU DİSK Genel Sekreteri



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları