Adalet istiyoruz!

23 Haziran 2017 Cuma

CHP’nin yürüyüş kararını yurtdışında öğrendim, “Acaba iyi fikir mi?”, “Aman memleket iyice karışmasa” falan derken, dönüşte ülke gerçeği tokat gibi yüzüme çarptı. Başta Cumhurbaşkanı ve partisi, tüm iktidar çevresi muhalefete öyle şeyler söylüyor, öyle yükleniyor ki, çekinceler gölgede kalıyor, “Adalet istiyoruz” demekten öte söz söylemeye utanır hale geliyorsunuz.
En kötüsü, Cumhurbaşkanı’nın, yürüyüşe izin verilmesini “iktidarın, nezaketi, lütfu” olarak tanımlaması, ardından “Siz de mahkemeye çağırılırsanız şaşmayın” diye ‘uyarması’. “Muhalefet zamanında doğru dürüst muhalefet yapamadı, parlamenter rejim de elden gitti, şimdi acaba aslında Niğde’ye mi yürünüyor” diyecek oluyoruz, ama adamların öyle üzerine gidiliyor, nihayetinde barışçıl bir protesto çabası, öyle suçlamalara, bağlantılara maruz kalıyor ki, önceliğin protesto hakkını savunmak olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.
Fikirlerini beğenin, beğenmeyin birileri bir şeye itiraz ediyor ve bunu ellerinde kalan son imkân olan sivil bir eylem ile gerçekleştirme yolu seçiyor, karşılığında ise “suç çetesi” isnadı, “15 Temmuz darbecileri” ile eşitlenmek gibi bir itham ile karşı karşıya kalıyor. Kılıçdaroğlu’nun çok eleştiri alan sözünü tekrarlamamak mümkün değil; “Böyle bir şey olabilir mi?” “Oluyor işte” deyip geçmek mümkün değil, bu tür şeyler olan bir ülkenin geleceği karanlık, bunu en önce bu ülkeyi yönetme sorumluluğu olan iktidar çevresi kavramalı. “Bal gibi oluyor, olur, işinize geliyorsa” anlayışında bir iktidar gerginliği, kavgayı derinleştirmekten çekinmiyor demektir. Barışçıl, demokratik itiraz yollarının tamamının kapandığı, gücü gücüne yetenin diğerini sindirdiği bir ülkede geçim, huzur olmaz, bu kadar basit bir gerçeği anlamak çok mu zor?
Bu arada, siyasetin bitpazarına nur yağdırılmasını da anlamak zor; zamanında Demirel, “Yollar yürümekle aşınmaz” demiş, şimdiki iktidar bu noktada değilmiş! Ben o devirleri hatırlayacak yaştayım, vaktiyle o laf da siyasi bir skandaldı. O söz ve tavır, “protesto hakkı”na gönderme yapmıyordu, tam tersine, “İstediğiniz kadar yürüyün, size kulak asan olmayacak”, “Zaten yürümekten başka gücünüz de yok” manasında bir siyasal aymazlık ifadesi idi. Zaten siyasetin bugün bu hale gelmesinde, o zamanlar söylenen ve yapılanların rolü, sorumluluğu çok büyük, bu gerçeği kavrayamazsak, bu devran böyle gidecek, gelen gideni aratacak. Siyasal geçmişimiz hiç de parlak sayfalarla dolu değil, bugünler veya AK Parti iktidarı, bazılarının iddia ettiği gibi, o günlerden “kopuş” değil, o günlerin devamı. Keşke, AK Parti o günlerden, o siyasi zihniyetlerden, o alışkanlıklardan, demokratikleşme doğrultusunda bir kopuş gerçekleştirmiş olsa ve gerçekten eski Türkiye’nin yerini, daha demokratik manada yeni Türkiye alsaydı. Kendimi de aralarında saydığım farklı düşüncede de olsak, tüm demokratların hayali bu idi.
Unutmayalım, bu ülkenin selameti, hâlâ bu hayali canlı tutmaktan, hayata geçirmeye çalışmaktan geçiyor. Ülkenin yarısını veya daha azını “düşman”, “hain” olarak gören bir yönetim anlayışı, kaçınılmaz olarak daha fazla baskı ve dayatmaya yönelir. Baskılar kavgayı bitirmez, büyütür. Korkulması, kaygı duyulması gereken, muhalefetin ses çıkarması, yürümesi, itiraz etmesi değil, önünün kesilmesidir. Bu açıdan CHP’nin yürüyüşünü toplumsal barış adına bir tehdit değil, bir şans olarak görmek gerekiyor, gören göz varsa tabii, yoksa kör dövüş sürecek demektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları