Ayşegül Sönmez

Documenta 14 ruhu dediğin...

03 Temmuz 2017 Pazartesi

4 bin vuruşluk misafirlik yazıma Documenta 14’ü sığdıramam. Ama belki şunu yapabilirim, Documenta 14 ruhundan bahsedebilirim size...

Dev, kendini 50 milyon dolarlık - 27 milyon aşılarak bu rakamı bulmuşbütçesiyle önce Yunanistan’ın Atina kentinde gösterdi.

Küratörü tarafından Artaud’dan hareketle “bir sergi ve onun iki katı” olarak adlandırılan Documenta 14’ün Atina’dan sonraki Kassel aşaması çok daha izleyici dostuydu. Bazı etiketlerin profesyonel izleyiciye yetişmemesi dışında.

Documenta 14 ruhunu en iyi özetleyen işlerin başında Banu Cennetoğlu’nun Atina’daki işi geliyor.

Gurbetelli Ersöz’ün önce gazeteci ardından dağa çıkıp PKK’ye katılıp öldürülüşüne kadar olan hikâyesinden kalan günlüğünden satırları, taştan levhalar olarak okunmaz ama ağır, Gurbet’i temsil eden bir anma heykeli olarak anıtsallaştırmamış aksine bireyliğini, ne medyanın ne kitapların elvermeyeceği üzere, tüm öznelliğiyle muhafaza etmesine olanak tanıyor.

Documenta 14’ün hassas işlerinin başında gelen bu anma heykeli, küratör Adam Syzcmcyk ve ekibinin yazılmamış tarihler’i, dışlanmışlar’ı, radikaller’i; gezegen dünyanın bütün muhalefet tarihini imgeler aracılığıyla birbirine tutturmaya, iliklemeye ve iliştirmeye çabasına ilişkin önemli bir niyetin de belgesi ve bunlardan bazılarından bahsedeceğim.

Amrita Sher- Gil’den örneğin. 1913 doğumlu Macar bir sanatçı.

Documenta 14 ruhunu o da iyi özetliyor.

Hindli, Sih dininden aristokrat bir babayla Macar bir annenin melez kızı. 1934’te yaptığı kendi portresi, sanat tarihinin yazılmamış derinliklerine yapılan büyüleyici bir kazısı Documenta 14’ün.

Sadece sanatçı Maria Eichhorn tarafından kurulan enstitüyle Naziler tarafından el konulan sanat eserlerini eski Yahudi sahiplerine kavuşturmak için harekete geçmiyor D14, bilmedik, henüz tarihe teslim olmamış isimleri karşımıza çıkarıyor.

Polonyalı Alina Szapocznikow’un da en az Louise Bourgeois kadar dikkatimizi çoktan çekmiş olması gerektiğini gösteriyor D14.

Hakkı teslim edilmemişler demişken Yves Lalay gibi bir sürrealisti de bu dev serginin nezaketle barındırışı gözümüzden kaçmamalı.

70’lerden Marks, Lenin ve Allende yağlıboya portreleriyle Şilili sanatçı Cecilia Vicuna da öyle.

Lala Rukh, Miriam Cahn, Ulises Carrion ve Ruth Wolf Renfeldt de...

Lala Rukh, Pakistan kadın hareketinin önemli isimlerinden, 70’lerde yaptığı afişlerin birinde Budist rahip kucağında dolar işaretli çuvalı, arkasında şu yazıyor:

Kutsal olmayan üçlü: erkekler, para ve ahlak.

Miriam Cahn, İsviçreli 1949 doğumlu. Geç keşfedilenlerden yine. Resimlerinde boyayı sürüşüyle oluşturduğu şiddetle şefkatin yakınlığı inanılmaz çekici.

Ulises Carrion, 1941 doğumlu. Meksika’nın avangard kadın sanatçılarından. 1970 ve 1980 arası yaptığı tüm sanatçı kitap ve video işleriyle sergide.

Doğu Alman bürokrasisine ve sanattaki Batı Alman hegemonyasına karşı ses çıkaran Ruth Wolf- Renfeldt de daktilo yazıları ve karbon kopyalarıyla Fluxus ile beslenen sanattaki muhalif duruşları kucaklamak isteyen Documenta 14’ün izleyicisine armağanlarından.

Yunanlı avangard bestekâr Xenakis’le ilgili arşivin, Malili müzisyen Ali Farka’nın gözlükleri ve gitarının bulunduğu arşivinin birbirlerine dört beş adım mesafede konumlanmış olmaları da Documenta 14 ruhunu iyi özetliyor.

Bir yan yanalıktan daha bahsedip misafirliğimi noktalayacağım:

15. yüzyıldan iki tempera resim, Gerini ve Guidi’nin. İki Rönesans sanatçısının iki küçük ebatta resmi. Altınla ayartılmaya çalışılan Aziz konulu iki resmin yanında iki soyut David Shutter duruyor. Aşağı yukarı aynı ebatlarda.

Bu iki çağdaş iş, Documenta 14’e kulak verirsek eğer sanatın parayla olan sorunlu ilişkisini, Shutter’in soyut tercümeleriyle birlikte düşünmemizi sağlıyor.

Ünlü Alman Grim kardeşlerden Ludwig Emil’in 1841 tarihli bir kölenin vaftizi konulu resmi ve yine Emil’in gündelik hayattan siyahi köleleri, onları kafeste satışa çıkarıldığı pazarları konu ettiği karikatür ve desenleri işte hep birlikte Documenta 14 dev’inin zaman ve coğrafya aşırı, sınır tanımaz çakralarını oluşturuyor.

Her ne kadar serginin Kassel’deki ana mekânında, Yunanistan Kültür ve Spor Bakanlığı Ulusal Çağdaş Sanat Müzesi MYS koleksiyonunu ağırlasa da bu serginin sanatçılarını ana sergi kataloğuna almayarak mültecileştirse de Documenta 14 ruhu, bizi, bilhassa otokrasilerde olan bizleri yeni bir dünya düzenine çağırıyor:

Radikal bireysellikler, şaşırmış benler, yönünü yitirmiş, köklerini şaşırmış başka yerlere doğru uzamış, boy atmış kimliklerin dünyasına.

Bu anti-kolonyalist çağrıyı duyuyor muyuz yoksa bu çağrının kendisi başlı başına eski dünyaya mı dair, işte ben bunu düşünüyorum.

İyi haftalar hepinize...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyah Güzeldir 7 Temmuz 2018

Günün Köşe Yazıları