Erinç Yeldan

Spekülatif - yönlü büyüme, yeniden

05 Temmuz 2017 Çarşamba

“Türkiye ekonomisi yurtdışından sermaye girişleri söz konusu olduğunda genişleyen, sermaye girişleri yavaşladığında ise durgunlaşan bir yapıdadır.” Bu sözleri evvelki sene IMF tarafından yayımlanan 2015 World Economic Outlook raporunda okumuş idik. Aslında neredeyse 1990’lardan bu yana ulusal ekonominin yönünü belirleyen olgunun spekülatif nitelikli yurtdışı sermaye hareketleri (sıcak para) olduğu sürekli vurgulanmakta idi; IMF uzmanlarının “tespitleri” bu değerlendirmeleri biraz daha gün ışığına çıkarttı.
Bir ekonomide iktisadi aktivitelerin sıcak para akımlarının yönü tarafından, deyim yerindeyse, uluslararası finans şebekesinin kaprisleri tarafından belirlenmesi iktisat yazınında spekülatif- yönlü büyüme kavramı ile betimleniyor. Hani bir zamanlar 12 Eylül sonrası Özal Türkiye’sinde sıkça dile getirilen ihracat-yönlü sanayileşme öyküleri benzeri...
Spekülatif-yönlü büyüme sürecine Türkiye hiç yabancı değil. Yakın tarihimizde sıkça yaşadığımız (1991-1994, 2000-2001 ve 2006-2009 büyüme-kriz sarmallarından hatırlayacağımız üzere) bu döngünün ana özelliği sıcak para akımlarının yüksek finansal getiri aracılığıyla uyarılması. Yaşanan döviz bolluğu sayesinde döviz kurunun ucuzlaması, ithalatın artması ve ucuz ithalat mallarının tüketimine dayalı ancak sürdürülemez nitelikli yapay bir büyüme konjonktürü elde edilmesi ve nihayetinde kırılganlıkların artarak krize yol açması, spekülatif-yönlü büyüme salınımlarının başlıca dönemlerini oluşturuyor.
Döviz kurunun ne pahasına olursa olsun ucuz tutulması bu döngünün kilit politikasını oluşturmakta. Ancak, bu sürecin en önemli iki sorunu yükselen dış ticaret açıkları ve bunların finansmanı için gerekli olan dış borçlanma olarak karşımıza çıkıyor. Gerçekten de yaklaşık on beş yıldır AKP ekonomi idaresi tarafından sürdürülen Türkiye’nin mucize büyüme masalının ardındaki en önemli açıklayıcı değişken borçlanmadır.
Türkiye’de ekonomik büyümenin ardındaki dış borçlanma yükünü daha açık vurgulamak için dış borçlanma temposu ile milli gelirin büyümesini doğrudan karşılaştıralım. Aşağıdaki Tabloda 2008/09 küresel krizi sonrasında toparlanma süreci boyunca Türkiye ekonomisinin net yeni borçlanması ve bunun milli gelir düzeyi ile karşılaştırılması var. 2010 itibarıyla krizin yıkıcı etkilerinin geride kaldığını ve “Yeni” Türkiye’nin yeni bir normale doğru evrildiğini var sayalım. 2010 sonu itibarıyla toplam dış borç stokumuzun 291.6 milyar dolar olduğunu, bunun da 77 milyarının kısa vadeli olduğunu görüyoruz. Aynı yıl üretilen milli gelir 772.4 milyar dolar.
2010’dan bu yana ekonomide yaşanan borçlanmanın boyutlarını milli gelirdeki artış ile karşılaştırdığımızda ortaya çıkan sonuç son derece düşündürücü: Söz konusu altı sene sonunda Türkiye’nin milli geliri sadece 84.4 milyar dolar artış göstermiş. Halbuki bu dönemde dış borçlardaki toplam artış 112.5 milyar dolar; yani milli gelirdeki artışın neredeyse 1.5 misli! Bu rakamın 20 milyar doları ise net yeni kısa vadeli dış borçlanma. Türkiye’nin borçlanma temposundaki devinim, artık yatırım ve üretim süreçlerinden kopmuş, kendi başına buyruk bir ivmelenme içerisinde gözükmekte. Borçlanma, Türkiye ekonomisinin on beş yıllık serüvenini betimleyen en önemli değişken olarak öne çıkıyor.

***

İşgücü ve döviz piyasalarındaki açık ve dengesizliklerin bir diğer yansıması ise, kuşkusuz, enflasyon hareketlerinde gözleniyor. Haziran ayında tüketici enflasyon oranı yıllık bazda yüzde 10.90 olarak gerçekleşti. Enflasyonun “her zaman ve her yerde parasal bir mesele” olduğunu savlayan muhafazakâr, monetarist dogmalara inat, Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerin deneyimleri enflasyonun aslında işgücü piyasalarındaki tıkanıklıkların ve eksik rekabet koşullarının ürünü olduğunu bizlere hatırlatıyor.
Unutmayalım ki ulusal ekonomide süregelen yapısal dengesizlikler özünde tasarrufların düşük olmasından kaynaklanıyor. Bu da dış açığa neden olmakta. Ancak, bu sorunun çözümü kolay değil, yılların biriktirilmiş yanlış politikalarının kaçınılmaz sonucu. “Dövizin reel olarak ucuzluğu”, “yatırımların sanayiden uzaklaşması”, “iç talebin, özellikle inşaat talebinin aşırı özendirilmesi…” Bunlar artık “Yeni” Türkiye ekonomisinin kaçınılmaz gerçekleri '61rasında.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları