Hikmet Çetinkaya

Sessiz çığlık...

13 Temmuz 2017 Perşembe

Kusursuz bir acıyla, acının öpüşüyle insanı kucaklayan gökyüzü, güneş ve rüzgârın kolları arasında uyuyan çocuklar...
Biliyor musun Ürgüp’te bir başka doğuyor güneş, tıpkı İyonya’da olduğu gibi.
Ay gökyüzüne asılmış bir resim çiziyor ya İstinye’nin lacivert sularına, Avanos’ta da öyle, ben yeni fark ettim.
Akan uyku değil, bir çiçek atlasında ya da deniz suyunda çocuğun elinde hafif dünya gibi duran yaşam sevinciydi...
Düşlerimdeki köpükler yüreğimi kancalıyordu, demir alırcasına denizin orta yerinde dururken.
Bilinmeyen bir kentin kapısında öylece durmuş bekliyordum.
Ne gelen vardı ne de giden...
Acılarımız, hüzünlerimiz dilim dilim...
Dört yıl önce Gezi Direnişi’nde yitirdiğimiz Ali İsmail Korkmaz ve onu öldürenler.
19 yaşındaydı öldürüldüğünde Eskişehir’de...
İsmail’in annesi Emel Korkmaz yüreğinde taşıyordu oğlu Ali İsmail’i.
Diyordu ki:
“Bu kadar erken gideceğini biliyor muydun Ali’m... Artık sen yoksun Ali’m...”
Bu iki tümce her şeyi anlatıyordu aslında...
Gözlerimi kapadığımda akşamüstü yağmurları başlıyordu.
Kemal Kılıçdaroğlu, o geceyi 25 gün sonra evinde geçirmişti.

***

Ben ise kaçak düşleri kovalıyordum...
Ucu denize çıkan yollarda değil, bir başka ülkenin, ne bileyim düşsel bir kentin dar sokaklarındaydım.
Bir yaz sıcağında kışı düşündüm... .
Sevgiyi...
Umudu...
İnsanlığı...
Barışı...
Bir yas kalabalığından arındırılmış, hüzünlerle örülmüş yazgının derinliğinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordum.
Nereden başlasam, neler anlatsam bilemiyorum...
Gözlerimi gökyüzüne çeviriyorum...
Sınırsız bir sessizlik içindeyim.
Teröre kurban giden Mehmet’ler, hayat ve ölüm arasındaki o ince çizgi.
Yeryüzü soluyordu tam o sırada.
Kuşlar ağaçlara konuyordu.
Sabahtan beri o fotoğrafa bakıyorum. Acı gözlerinde bir yumağa dönüşmüş. Çocuksu düşler kaybolmuş.
Sabahın körpe çiçekleri gözyaşı döküyor. Kendi yalnızlığım gelgitlerle çoğalıyor.
O an Adalet Yürüyüşü’nü, Maltepe mitingini, yüz binleri anımsıyorum... .
Murat Sabuncu’nun Silivri’den gönderdiği mesajı gazeteden okuyorum:
“Maltepe’ye gelen 100 binler toplumun adalete ne kadar aç ve hasret olduğunun bir göstergesi.
Hakkı, hukuku ve adaleti sadece kendimiz için değil tüm toplum için istiyor ve arzuluyoruz.
Adaleti barış içinde birbirinden farklı düşünen herkesin beraberce yaşayacağı bir Türkiye’yi inşa etmek için el ele, yürek yüreğe düşünmeye, üretmeye devam etmeliyiz.
Sadece kendimiz için değil ya da problem kapımızı çaldığında değil, toplumun geneline bir problem geldiğinde itiraz edebilmeli.
Demokratik ölçülerde hesap soracağız.
Şunu da belirteyim: Gönlüm, aklım Nuriye ve Semih’te.”

***

İnsan bir ağıt yakıyor olmalı örtülü bir havada... Taş topluyor olmalı karanlığın içinde...
Kardan gözyaşlarına batmış bir aş, dipsiz kuytular, ıssız anılarında gezinen, yumuşak kollarıyla kucaklayan bir deniz olmalı.
Lorca “ay kırmızı, at kara” dediği anlarda ovalar olmalı başakların kuşattığı, çocuk gözlerinde yalnızlığı saklayan...
Bir avuç sevgi, özlem olmalı.
Dolunayın büyük aydınlığında parçalanmamış bir yürek süzülmeli göğün uzantısına.
İnsan sevmeyi öğrenmeli...
Jorge Luis Borges’in değişken dünyası içinde, bırakmalı insanoğlu alaycı gülümsemeleri, yalanı, dolanı, üçkâğıdı...
İnsan olmalı...
Yakın caddeler birbirinden uzak olsa da, savrulsa da bütün umutlar, günler geceleri torpillese de ayakta durmayı öğrenmeli.
Yıldızlar kavşağında durmalı insan.
Sevgiyi yüreğine oya gibi işlemeli...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları