Ortak kuzenimiz Ezel Abim...

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Turhan Ağabey,

32 yıl önce karlı bir şubat günü fazla da velveleye vermeden, kimi vazgeçilmez dostları kucaklayıp bir daha ne zaman döneceğimi bilmediğim memleketimden ayrıldım.

Bu ayrılık hâlâ devam ediyor.

Beni hayatımda en çok etkileyen ve hayatımın değişmesinde çok büyük bir rol oynayan ortak kuzenimiz Ezel İnanç, alışılmış perşembe ziyaretlerimden birinde, “Otur oturduğun yerde, hiçbir yere gitme” deseydi, büyük olasılıkla ona olan saygım ve sevgimden dediklerini dinler ve bana gelen daveti kabullenmezdim.

Sizin teyzenizin, babamın dayısının oğlu Ezel İnanç. Ezel Abim; “abilerin gülü’’.

“Her ölüm erken ölümdür” der ya şair; onunki çok, ama çok erken oldu. Seattle’a geldiğim 1985 Şubatı’ndan ölümüne kadar sürekli yazıştık, konuştuk, dertleştik.

İlk açtığım Meze adlı restoranda menüdeki bazı isimleri Amerikalıların İngilizce daha kolay söyleyebilmeleri için yaptığım isim uyarlamaları nedeniyle yediğim fırçayı anlatamam. “Ne demek oğlum bu jajik? O nerden çıktı? Kırk bin yıllık cacık böyle mi yazılır?”

Perulu yerlilerle flüt çalmayı, Amazon’da yağmur ormanlarında olmayı düşleyen, penguen sever bir insanın hayata bu kadar erken veda etmesine yürek dayanmıyor.

Bilirsiniz küfür en çok onun ağzına yakışırdı…

Aramızda olsaydı küfürleri Silivri’yi deler geçer, buralardan duyulurdu.

Pek değerli Turhan Ağabey,

Adınızı ilk kez ondan duymuştum. Sizinle ilk kez onun cenaze töreninde tanıştık. Beni belki anımsamazsınız. Sizler Ezel Abimi toprağa verirken, ben yeniden Seattle’a dönmek için yola çıktım. Bir daha da karşılaşmamız kısmet olmadı. Cenaze töreninde çektiğim bir demet fotoğrafta siz de varsınız. 22 yıl aradan sonra bu fotoğrafları size böyle iletmek de varmış. Kusurumu bağışlayın.

Ezel İnanç, yıllar önce bana da gönderdiği “Bundan başka Akdeniz yok” başlıklı denemesinde Anadolu’nun bir “puzzle” olduğundan söz eder ve şöyle devam eder:

“Sorunun cevabı çok basittir. Anadolu, milyonlarca küçük parçalı, rengârenk, kocaman bir ‘puzzle’dır (yapboz da diyorlar.) Şu ya da bu şekilde, şu ya da bu nedenle herkes ama herkes bu büyük ‘yapboz’un bir parçasıdır ve kendisine uyan ya da kendisinin uyduğu bir parça mutlaka vardır. İşte bu küçük parçalar birleşince o renkli resim (bazıları mozaik de diyorlar) ortaya çıkıyor. Değişik tatlar, değişik sesler oluşuyor.

……

Kendi kültürlerini ortak kültüre katamayanlar, bu büyük yap-boz’un bir parçası olamayanlar, çocuklar gibi gülen, yaşamaktan tat alan bu insanların oyunlarını bozuyorlar; dışardan taş atıyorlar, yap-boz’un parçalarını yırtıyorlar, kırıyorlar, insanları ağlatıyor, üzüyorlar.

Ancak tuhaftır, Anadolu’nun büyüsü de hep bu noktada ortaya çıkıyor. İnsanlar şaşırıyorlar. Çünkü sonunda nedendir bilinmez, hep bu harmanlanmış kültür galip geliyor. Zamanla yaralar sarılıyor, acılar diniyor. Yapboz’un kırılan parçaları yerine konuyor. Yap-Boz onarılıyor. Renkler yavaş yavaş tekrar belirginleşiyor. Kültür daha da çeşitleniyor. Yalan mı?

Yahya Kemal sözlerini yazıyor… Lavtacı Hristo bestesini yapıyor… Acemaşiran şarkı ortaya çıkıyor… (Gidelim Göksu’ya bir âlem-i ab eyleyelim)”

…..

Sizi hapise attıkları haberi geldiğinde ilk “Ortak kuzenimiz Ezel Abi sağ olsa ne derdi acaba” diye düşündüm. Ne sunturlu küfürler ederdi kim bilir!

Size ve yol arkadaşlarınıza, en kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşmanızı diliyorum. Umudumuzu kesemeyecekler, yaşamaktan tat almamızı engelleyemeyecekler… Nerede olursak olalım “ağız dolusu güleceğiz” Yaralarımız sarılacak, acılarımız dinecek…

Bahar geldi, gelecek… Güneş açtı, açacak… “Seattle nire, Silivri nire” demeyin! Yaşadığım şehir Silivri’ye çok uzak, ama kalbim, kalbimiz size çok yakın.

Hapisteki diğer dostlara ayrı ayrı selamlar.

Yalnız değilsiniz, siz içerde, biz dışarda kalp kalbe karşı…

Dost selamlar. Sevgiyle kalın.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları