Ciddiye almak, almamak… Mesele bu!

28 Temmuz 2017 Cuma

Cumhuriyet Davası’nda yargılanan arkadaşlarımızın savunması ben bu yazıyı kaleme alırken tamamlanmış durumda. Avukatımız Fikret İlkiz’in, iddianameyi tarihe geçecek bir hukuk skandalı yapan “FETÖ'den tutuksuz yargılanan bir savcı eliyle hazırlanmışlığı”nın sürekli vurgulanması karşısında mahkeme heyetinin duyduğu rahatsızlığa binaen yaptığı konuşma sırasında ayrıldım. O, “Bu rahatsızlığa çok memnun oldum, çünkü biz aylardır ÇOK rahatsız olduk” derken!.. Kalbim de, aklımın yarısı da orada kaldı. Diğer yarısıyla da şu an yazımı gazeteye yetiştirmek için kalem oynatıyorum.
Elbette hukukçu olmadığım için ve böylesi dava oturumlarına, “duruşma kültürü”ne de çok aşina olmadığım için belki çok safdil gelebilir ama geçen dört güne dair şöyle genel bir izlenimim var:
İlk iki günkü savunmalarda, daha doğrusu üçüncü gün Ahmet Şık’ın müdafaadan ziyade “itham” mahiyetli konuşmasına kadar, o “ucube” iddianamenin arkadaşlarımızca alabildiğine ciddiye alındığı, buna mukabil mahkeme heyetinin ise onu hiç mi hiç ciddiye almadığı izlenimi edindim.
Çünkü Akın Atalay başta olmak üzere bütün savunmalar kılı kırk yararcasına ortalıkta iddianame diye dolaştırılan metni o acınası bileşenlerine ayırdılar; delil diye sıralanmış bir dolu zırvaya (parkeci, pideci, tamirci, seyahat acentesi, vs.) tane tane cevap verip açıklık getirdiler.
Ama her ne olursa olsun ortada “iddianame” diye duran bu metne ilişkin soru sormak yerine, onunla pek ilişkisi olmayan kişisel, keyfî, “keyfe keder” ve niyet okumaya dayalı sorular sordu mahkeme heyeti arkadaşlarımıza...
İddianameyi ciddiye almıyorlar zahir, diye düşünür oldum!..
Gel gelelim ne zaman Ahmet Şık savunma noktasına gelip konuşmaya başladı, bu defa heyet, Ahmet’e “köşe yazısı yazarcasına konuşmak” yerine “iddianameye gel” demeye başladı!..
Ahmet’in dün de vurguladığımız üzere “Aradığınız örgüt, iktidarda karşınızda” sözünde en özlü ifadesini bulan savunması karşısında mahkeme heyetinin iddianameye “sığınma”ya çalıştıkları izlenimine kapıldım bu defa.
Zaten ardından da kendisini iddianamenin rotasına oturtmaya çalışan soru girişimleri karşısında Ahmet’in, “Bu iddianameyi o kadar ciddiye almayın” sözü geldi!..
Böylece pozisyonlar değişti.
Denilebilir ki iddianame artık heyet cephesinde öne çıkarken arkadaşlarımız için bir “teferruat” dahi olmaktan çıktı.
Nitekim bu durum dün, yani dördüncü gün, Aydın Engin’in savunmasında da devam etti. (Maalesef sevgili Hikmet Çetinkaya’nın savunma sürecini bihakkın takip edemedim!)
Aydın Abi adeta “Salla gitsin böyle iddianameyi” dercesine ya iki cümle etti ya da üç… Ve noktaladı savunmasını.
“Yakışıklım, yaptın yine yapacağını, yatırdın hepimizi ters köşeye” diye hım hım söylenirken, onda da önceki gün Ahmet’in savunmasında olduğu gibi “2. Perde” açıldı mahkeme heyetinin sorularıyla…
Ve “Yakışıklım”, sadece mesleki, kitabi, edebi yetkinliğini değil “sanayi-i nefise” yeteneğini de konuşturarak öyle “artistik” cevaplar verdi ki bu sorulara;
Kendimi zeki mi zeki, muzip mi muzip, mümbit mi mümbit bir “Sitkom” (durum komedisi) karşısında temaşa sanatından örnekler izliyor ve dinliyor hissettim!..
Söylediklerini n’olur uzun uzadıya ama keyifle okuyun bugün bu gazetede ama onun da sözünün özü şu:
“Bakire gazetecilik olmaz. Hep masum insanlarla görüşerek gazetecilik yapılmaz. İsterseniz FETÖ olsun, isterseniz PKK, Taliban, Hizbullah ya da isterseniz Aczmendiler… Bunların hepsinden birileriyle görüştüm. Esas görüşmezsem, bu yapılardan insanlarla konuşmazsam ben mesleğimi yapmamış olurum! Gazetecilik mesleği ile teröristliği birbirinden ayırmanız lâzım!..”
“Yakışıklım”ı kalbinden öpüyorum! Sadece medya nedir, ne olmalıdır değil; “Akademya” da nedir, ne değildir; bir bilimci, sosyolog, antropolog, tarihçi de nasıl olmalıdır, ne yapmalıdır; bunların da cevabını verdiği için!..
Aydın Abi’den sonra iddianame karşısında “ciddiyet” noktasında bir uçtan öbür uca açılmış savunmalar, en son olarak “İhtiyar Delikanlı”mız Orhan Erinç’in adeta mahkeme heyetiyle de “empati” kurarcasına yeniden iddianameye merkezileşen savunması ile zarafet ve letafetle dengesini bulup sona erdi.
Biz Cumhuriyet olarak, Orhan Erinç’le maziden istikbale yol tutmaktan mutluluk duyuyoruz!..
Tabii şurası yanlış anlaşılmasın ki yazımın başında iddianameyi ciddiye aldıklarını söylediğim arkadaşlarımız, bu metnin böyle bir yaklaşımı hak etmediğini bilmiyorlar!.. Tam tersi, onlar en zor olanı yaptı, ciddiye alınması mümkün olmayan bir metni ciddiyetle ele alıp çözeltti, çürüttü ve erittiler.
“Cesur Yürek” Ahmet’e de, “Yakışıklım” Aydın Engin’e de alanı onlar açtılar.
Demek ki her “cesur ve yakışıklı” yüreğin arkasında aynı ölçüde cesur ve yakışıklı, ama aynı zamanda da “fedakâr” yoldaş yürekler oluyormuş!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları