Meriç Velidedeoğlu

‘Tek dikili ağacım kızım!’

28 Temmuz 2017 Cuma

Gazetemiz “Cumhuriyet”in, “12’si tutuklu”, toplam “19” çalışanının yargılanacağı, Çağlayan’daki “Adalet Sarayı”nda başlayan duruşmanın, ilk oturumunda (24 Temmuz) kimlik tespiti sırasında, mal varlığına ilişkin soruya yazarımız “Ahmet Şık”ın verdiği yanıt oluşturdu bu yazının başlığını.
Ne var ki değerli dostlar, bu yanıtın temelini oluşturan “insan sevgisi”nin, dolaysiyle “insan”ın bu yargılama sırasında pek de yer almadığına, “9 aydır” tutuklu “Kadri Gürsel”in savunmasını yaparken açıkça tanık olduk.
Tutuklular hafta bir aileleriyle görüşebiliyorlardı; Kadri Gürsel’in söylemiyle, “168 saatte, ancak bir saat!”
İnsandan soyutlanmış bu tutumun bir örneğine de duruşma salonunda tanık olduk; K. Gürsel’in oğlu küçük Erdem, babasına sarılmak için tutukluların olduğu yere geldi; ne ki “Jandarma Komutanı” buna izin vermedi...
Birdenbire “Balyoz Davası”nın bir duruşmasındayız sandım; çünkü, bir gün, bu davanın duruşmasında verilen arada, “3-4” yaşlarındaki bir kız çocuğu, sanıklar arasında gördüğü dedesine, annesinin elinden kurtulup, nöbet duruşundaki jandarma erinin ayakları arasındaki açıklıktan geçip ulaşmıştı; komutan da, duruşma başlayıncaya dek, torununun dedesinin yanında kalmasına göz yummuştu...
Demek artık böyle bir tutum söz konusu değil; adeta insansal bir “kokuya” bile yer yok gibi...
Ne ki, “beterin beteri var” demiş atalarımız; bu vurgulamanın ne denli yerinde olduğunu, “başını kaldırıp, gökyüzüne bile bakamadılar, çünkü tel örgü çekilmişti!” diyerek, insandan soyutlanmış bir yargılama sürecine girildiğini bir kez daha ortaya koyuyordu, Avukat Abbas Yalçın’ın sesi...
Öte yanda, duruşmayı izlemek isteyen basına bile zorluk çıkarılıyordu. Bizim “Simgesel Eylem Grubu”nun, yıllarca süren Ergenekon, Balyoz gibi “Kumpas Davaları”nı izlerken, bu tür engelleri aşma deneyimimiz olduğundan, gerekeni yapacaktık. Nitekim grubumuzun bu gibi konulara “çözüm” üreten üyesi Saniye Yurdakul, yine duruşmaya katılmamı sağladı. Av. Aydeniz Alisbah’ın yol göstericiliğiyle; duruşma başladığında salondaydım.
Bilindiği gibi duruşma, gazetemizin “yayın danışmanı ve yazarı” Kadri Gürsel’in savunmasıyla başladı; ilk suçlama, yönetimde, “birinci dereceden imza sahibi olmak ve Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurul Başkanı olmak!”tı.
Oysa Kadri Gürsel için bu “iki durum” da hiçbir zaman “söz konusu değildi”... Peki, bir savcı böyle bir suçlamayı nasıl yapar ki?
Üstelik, Akın Atalay ve Önder Çelik’e de aynısı yapılmış; Vakfın Başkanı Orhan Erinç olduğundan -haklı olarak- K. Gürsel: “Bunlara göre, Cumhuriyet Vakfı’nın dört eşbaşkanı var!” dedi...
Peki, şimdi nasıl değerlendirilebilir bu durum? En kolayından maskaralık dense bile yeterli olur mu?
Ayrıca, uluslararası bir boyuta uzanmış, böyle bir “ünlü dava” için, bu denli küçük bir salonun “uygun” görülmesine ne dense denilsin, boşuna, duymazlar; böyle bir davayı “yaratanların”, duruşmayı izlemeye gelecekleri düşünmesi ne ölçüde söz konusu olabilirdi ki?
Ve değerli dostlar, bu tutumun, duruşmanın ikinci gününde (25 Temmuz) gazetemizin ombudsmanı Güray Öz’e, üye yargıçtan, “Sağ elinizi titrerken gördüm. Kronik bir rahatsızlığınız var mı? Duruşmada izah etmek ister misiniz?” biçimindeki bir “öneri” ile sürdürülmesini, insan yalnızca kışkırtıcılık olarak kabullenemiyor...
Nasıl bir öneri bu değerli dostlar?
“17. yy”ın “Engizisyon Mahkemesi”nde yargılanan “Galile”ye, bu davalarda temel kural olan ve “ayrım” yapılmadan sürdürülen “diz çöktürülerek” suçunu kabul etmesi uygulanmamış; ünlü bilginin “yaşlı” oluşu dikkate alınarak, yani “insansal bir tutum” izlenerek...
Tarih böyle yazıyor...
Kuşkusuz yazmayı da sürdürecek!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları