Adınız?

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Son anayasa düzenlemesiyle Türkiye’ye, her gün yeni bir göstergesi yaşanan bir devlet yönetimi gömleği giydirilmiş bulunuyor.
Ancak ne terzisi ne de onun destekçileri gömleğin adını bir türlü koyabiliyor. Onları körü körüne destekleyen yazar ve yorumcular da ad konusunda ne diyeceğini kestiremiyor; kekeliyor. Sonuçta ortaya sahiplerinin bile adını koyamadıkları kimliksiz bir devlet yapısı çıkmış bulunuyor.
Bu durumda yeni devlet yönetimini tanımak için kimi önemli özelliklerine bakmak gerekiyor. Bugün gündemde yönetimin yalnızca iki özelliği var.
 
Hiç inandırıcı değilsiniz!
Adı konmamış düzen ile ilgili olarak sahiplenenlerin söyledikleri, hiç ama hiç inandırıcı olmuyor.
Üst yöneticiler ülkemizde demokrasi olduğundan ısrarla ve özenle söz ediyorlar; oysa ortalıkta tanıdık bir demokrasi yok. Demokrasiden anlayan yabancılar ve geçmişte az da olsa yaşadıkları demokrasi günlerini henüz tümüyle unutmayan yerliler, bu ülkede demokrasinin kırıntısına rastlamıyorlar.
Yeni düzenin savunucuları, yine bu ülkede yalnızca kimi savcı, hâkimlerin vicdanından başka hiçbir yerde bulunmayan bir şeyden, adaletten ve hukuktan dem vuruyorlar. O kadar ki, bugünlerde Almanya ile kavgalı olmalarının etkisiyle olacak, bizde hukuk en az Almanya’daki kadar bağımsız ve tarafsızdır, diyorlar; sonra da sabah-akşam açıkça, savcılara ne yapmaları, yargıçlara nasıl karar vermeleri gerektiğini söylemekten geri durmuyorlar.
Yeni düzenin sahipleri bir de bizde basın özgürlüğü var demezler mi? Basın-yayında diğer yaşananlar ve 160’a yakın gazetecinin tutukluluğu bir tarafa, yalnızca Cumhuriyet’in 11 yazar, çizer ve muhabirinin ancak dokuz ay tutuklu kaldıktan sonra kendilerini savunma olanağı bulduğu; bunlardan dördünün 11 Eylül’e kadar tutukluluklarının devam edeceği bir ortamda basın özgürlüğü var denilebilmesi, bu özgürlüğün olmadığının kanıtıdır. Bu arada dokuz ay sonunda da olsa serbest kalan yedi Cumhuriyet emekçisine geçmiş olsun diyor, tutukluluğu devam eden (bir de çalışanı olmak üzere) beş Cumhuriyetçinin de bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.
Kendilerini topluma çok inanmış kişiler olarak sunanların; toplumu kendilerince inançlı kılmak için uğraşanların; uğraşlarını bir dava sayanların, bu dünyadaki uygulamalarında inandırıcılıktan bu kadar uzak olmaları, düşünce dünyasında yeni bir çelişki kuramının yazılmasını gerektirecek ölçüde önemlidir. 

Duyarsızsınız!
Hem de çok duyarsızsınız. Yalnız doğaya karşı değil, asıl insan yaşamına karşı duyarsızlığınız bir damga olarak alnınıza yapışıyor.
Bu konuda bir örnek yeterli: Nuriye Gülmen ile Semih Özakça.
Yönetiminiz tarafından işlerinden kovulan bu iki eğitim insanı, bundan tam 144 gün önce, kovulmalarının haksız olduğunu yargı yoluyla kanıtlama olanağı bulamadıklarından açlık grevine gittiler; tek istekleri işlerine dönmekti.
Grevin 75. günü İçişleri Bakanı, Gülmen ve Özakça’nın terörist olduklarını, hiçbir belge ve kanıt gösterme gereği duymadan, kamuoyuna açıkladı. Bakanlık, bu iki insanı, inanılır gibi değil ama yayımladığı bir kitapla, terör örgütüyle iltisaklı (eski Arapçada, yapışma, birleşme demekmiş) olmaları nedeniyle haklarında çok sayıda dava var diye suçladı. Oysa, eğer bu ülkede, hukuk devletinin “h”si olsaydı, Bakanlık onları suçlamadan önce yargılanmalarının sonucunu beklerdi.
Gülmen ve Özakça’nın açlık grevlerinin 140. günü, nihayet hastaneye kaldırılmaları duyarsızlığınızı kapatmaya yeter mi bilemem, ama cezaevinde kötü muamele gördükleri haberi, eğer doğruysa, duyarsızlığınızın acınacak noktaya vardığını kanıtlar.
Hem inandırıcılıktan bu kadar yoksun hem de ülkesinin insanına yaşam hakkı tanımayacak kadar duyarsız bir yönetime ne denir?
Adınızı siz koyun! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları