Leman Yılmaz

Tüm kent tiyatro sahnesi

03 Ağustos 2017 Perşembe

Avignon Festivali ilk olarak 1947 yılında Jean Vilar tarafından düzenlendi. Papalar Sarayı’nda eleştirmen ve koleksiyoncu Christian Zervos düzenlediği çağdaş bir sergi çerçevesinde Jean Vilar’dan T. S. Eliot’ın “Katedralde Ölüm” oyununu bu büyük avluda sahnelemesini ister. Genellikle küçük sahnelere alışık olan Jean Vilar mekânın büyüklüğü ve bir tiyatro oyunu için biçimsiz olduğu gerekçesiyle bu teklifi geri çevirir. Ancak bir başka teklif getirir. Üç oyunun ilk temsilini burada yapacaktır. Eylül 1947’den başlayarak Avignon Festivali dünya tiyatro repertuvarının bilinmeyen metinlerinin yanı sıra çağdaş metinleri de repertuvarına alır ve festivalin temel ilkesi olarak bu tavrını sürdürür.

Artık bilinen bir festival olmuştur Avignon. Her temmuz ayında binlerce tiyatroseverin ilgiyle beklediği programıyla dikkatleri üzerine çeker. Festivalin bir diğer özelliği ise kullandığı mekânlardır. Güney Fransa’nın bu güzel ortaçağ kenti üç hafta boyunca dev bir sahneye dönüşür. Özellikle açık mekânların yoğun olarak kullanıldığı, kentte yer alan çok sayıda lisenin ve okulun avlularının sahneye dönüştürüldüğü, kimi zaman otobüslerle kentin birkaç kilometre dışında bulunan sahnelere keyifli yolculuklar yaptığınız mekânlarıyla dikkat çeker. Sırası gelir bir taş ocağında sabahın ilk ışıklarına kadar oyun izlersiniz. Üzerinizde battaniyeler, elinizde sıcak kahveniz ile farklı bir deneyimdir.

Avignon Festivali’nin seyircisi de kimi zaman kendilerini rahatsız eden, büyüleyen, ilham veren ya da düşündüren, güldüren, o anı ve belki de sonrasını kendilerine farklı yaşatan bir programla karşılaşmayı umar her seferinde. Sanatçılar ise izleyicilerin daha meraklı, yeniliklere açık, yılmaz ve kendileriyle birlikte farklı yollarda ilerlemeye hazır olmalarını bekler. Tabii tüm bunlara bir de festivali izleyebilmenin pratik sorunları girer. Öyle ki Avignon Festivali anlık kararlara izin vermez. Festivale gitmeyi planlıyorsanız aylar öncesinden tüm organizasyonları yapmanız gerekir.

Avignon Festivali bu yıl da tiyatrodan dansa, performansa, sergilerden panellere çok çeşitli ve geniş bir programla seyircisiyle buluştu. Papalar Sarayı’nda sahnelenen “Antigone” festivalin en güçlü, dikkat çeken oyunları arasındaydı. Sofokles’in bu güçlü eserini Japon yönetmen Satoshi Miyagi sahneye koydu. Oyunun en önemli özelliği her rolün iki oyuncu tarafından oynanmasıydı. Oyuncuları arasında yarattığı mükemmel bir iş bölümü ile sahnede “hareket edenler” ile “konuşanlar”ı birbirinden ayırıyor, böylelikle de her rolün ikizini yaratıyordu. Miyagi bu kez Papalar Sarayı’nın muhteşem sahnesinde içi su dolu dikdörtgen bir havuza yansıyan ışıkları dekor olarak kullanmıştı. Tiyatrodan devam edecek olursak festivalin bir diğer ve en çok ses getiren oyunu Ibsen’in bir yeniden okuması olarak sahnelenen “İbsen Evi” oldu. Genç bir yönetmenin, Simon Stone’un rejisiyle sahnelendi. Hollandalı ünlü yönetmen Ivo Van Hove’un topluluğu Toneelgroep Amsterdam ile çalışan Stone, sahneye yerleştirdiği camdan ve ahşaptan oluşan dört odalı dekorunu 1960’lı yıllar ve günümüz arasında yer alan dönemlerin ritmine uygun döndürerek 4 saat süren keyifli bir oyuna imza attı. Festivalin tiyatro çizgisinde dikkat çeken bir diğer oyun ise, 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen “Merhametliler”in yönetmeni Guy Cassiers’in mülteci sorununu kendi sanatsal bakışı ile sahneye taşıdığı “Borderline”dı. Guy Cassiers, Avusturyalı yazar Elfriede Jelinek’in metinlerinden yola çıkarak bugün tüm dünyanın en önemli ve çözümsüz bıraktığı sorunlarından birine, mülteci krizine odaklanarak bizleri bu acı ile yüzleşmeye davet etti. Cassiers bu kez koreograf Maud Le Pladec ile ortak bir çalışma gerçekleştirdi.

Festivalde dans...

Bu yoğun programın önemli bir bölümünü de dans gösterileri oluşturdu. Farklı ülkelerden tanınan ya da tanınmayan koreografların işi festival programında yer buldu. Dans alanında merakla beklenen iki önemli çalışma vardı. Bunlardan biri çağdaş Flamenko yorumlarıyla tanınan dansçı-koreograf Israel Galvan’ın “La Fiesta”sı, diğeri de ilk kez festivalin programında yer alan Yunanlı koreograf Dimitris Papaioannou’nun “The Great Tamer” adlı eseri. “La Fiesta” ile sadece neşeyi değil, yaşamın her anını, doğumu, ölümü, bayramı, cenazeyi sahneye taşıyan, klasikleşmiş bir dansın ve kültürel algının kodlarını kırmaya çalışan Galvan’ın koreografisi seyirciyi de ikiye böldü.

Festival programları uzun uğraşların, araştırmaların, iş birliklerinin, sanatçı ve toplulukları uzun yıllar takip etmenin ve tabii ki içinde yaşadığımız toplumun, olayların, gündemin içinde şekillenir. Seçkiler yapılır, dengeler kurulur, risk alınır... Festival seyircisi de bu sürece tanıklık eder... Yeni festivallerde buluşmak üzere...

Afiş Ronan Barrot’nun imzasını taşıyor

Her yıl farklı renklerle ve tasarımlarla karşımıza çıkan festival afişi bu kez kırmızı bir zemin üzerinde yer alan iki insan figüründen oluşuyor… Biri kollarını iki yana açmış, diğeri ise üzerini arıyormuş görüntüsü veriyor. 2015 yılından bu yana Fransa’da yaşanan terör saldırıları nedeniyle hala sürmekte olan olağanüstü güvenlik önlemlerine bir imada bulunurcasına… Afişin bir diğer anlamı da düşünce inanç, ait olma ve var olma özgürlüğü… Hepimizin umudu… Daha özgür bir dünya...

 

* İKSV - İstanbul Tiyatro Festivali



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tüm kent tiyatro sahnesi 3 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları