Hikmet Çetinkaya

Kanlı, ölümüne yorgun…

03 Ağustos 2017 Perşembe

Sokaklar benim içimdeydi, sokaklar bir fırtına öncesi sessizliğinde…
Gözlerimden bir resmin geçiyordu senin. Çocuksu düşlerin. Hayata tutunma çaban.
Gözlerinden kahverengilerin tümü uçup gitti…
Ahmet Cemal’in ölüm haberini bir kıyı kasabasında aldım…
Ahmet Cemal 75 yaşındaydı. Alman dili edebiyatı denilince ilk akla gelen bir isimdi.
Çeviri ve denemeleriyle bizi hep aydınlattı.
Güzel ve aydınlık bir insanı yitirdik önceki gün gece yarısı.
Bir çevirmen olarak hayat koşullarını zor sürdürdü.
1998 yılında yapılan bir söyleşide kırgınlığını şöyle dile getirdi:
“Artık iyileştim. Çeviri uğraşını bırakıyorum. Bir ömür boyu o uğraş alanında nitelikli adam olma savaşının ardından artık o uğraştan kopup biraz da niteliksiz adam olarak yaşamayı deneyeceğim.”
Niteliksiz adamların istilasına uğramış bir coğrafyada nitelikli adam olmak çok zordu.
Bir yanda yaşam koşulları öte yandan nitelikli adam olarak ayakta kalma mücadelesi…
Sabah olanca yalnızlığını taşıdı içime… Sabah beni benden kopardı ölüm haberi üzerine…
Dünya kayasının yosunlu yamacı üzerinde, öldürülmek üzere olan bir siyahi ya da ölmek üzere olan bir kuş fark ediyordu beni yalnızca.
Kırmızı toprak saksıda oturan bir bitki değişiyordu ben eşikten uzaklaşırken.

***

Canım sıkılıyordu…
Zamanın o bilinmeyen diliminde Adonis’le konuşuyor, köle pazarlarında onunla birlikte dolaşıyordum.
Canım sıkılıyor, içimdeki sıkıntı giderek çoğalıyordu.
Bir çocuk serin ağaçlar altında koşturuyor, masmavi gökyüzüne uçurtmasını salıyordu…
O anda yükselen bir ses, bir uğultu ve benim hiç tükenmek bilmeyen isteklerim beyaz bir sayfanın içine düşüyordu.
Diyordum ki:
“Çocukluğum yeniden yeniden doğuyor
ışığın ellerinde aralıksız
adını bilmiyorum ben
Ama o ışıktı bana ad veren…”
İçimdeydi benim o sokaklar, içimdeydi o büyümeyen çocuk…
75 yaşında aramızdan ayrılan Ahmet Cemal
Onurlu bir insan!
Çeviri edebiyatımızın en önemli adlarından biri...
Hayatı boyunca ilkelerinden ödün vermeyen bir yazın ustası…
Birikimli…
Yüreği insan sevgisiyle dolu…
Bir varmış bir yokmuş gibidir hayat…
İnsan sevgisi, dostluk ve arkadaşlık...
Adam gibi adam olmak.
Kıyı kasabasında bir çay bahçesi…
Az ötede pırıl pırıl deniz.
Bir şiir, son günlerde dilimden düşmeyen:
“Erkekler mezarlarından kalkıyor
Kanlı ölümüne yorgun
Ve arkalarında duruyor savaş
Ruhları parça parça,
Gövdeleri yaşlı
Her şey soğuk
Hâlâ çepeçevre
Ama barış!”

***

Gövdenin yanındaki gövde, ayaklar, kollar ve eller.
Şu resim beni tam rüzgârların ortasında bırakır. Şu resim beni bilinmeyen yalnızlığıma taşır.
Ben hep sorarım, tıpkı Weiskopf gibi:
“Söyle arkadaş gök mavi mi?
Mavidir örsteki çelik bak
Arkadaş!
Söyle arkadaş var mı bahar yeli
Dışarıda ağaçlar sakat
Yeşil toz altında
Söyle arkadaş, çiçek açacak mı gelincik yakında?
Geç kalırsan arkadaş, soğuyacak
Demir/tavında…”
Bir düş kuruyorum kendi kendime….
Hayatın sularında kendi kendime avunuyorum…
Nasıl olduysa, güneşli bir sabah ırmak kenarında ağacın altında oturuyorum.
Var gücümle bağırıyorum:
“Güle güle Ahmet Cemal….”
Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz Edip Cansever… Biz o renksiz, o yalnız, o sürgün medüzalar, aşar söylediklerimizi çeker gideriz sessiz sedasız...
“Derin sessiz, iyi böylece
Güz ölülerini bırakan kuşlar
Yer kalmadı acıya ülkemizde
Derin sessiz, iyi böylece
Gün ortası alacakaranlık bakışlar…”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları