Müftü nikâhı ve yargı birliği

05 Ağustos 2017 Cumartesi

İl ve ilçe müftülerine de nikâh kıyma yetkisi verilmesini, soyutlayarak, tek başına ele almak, olayın tümünü görmeyi engelleyeceğinden yanıltıcıdır.
Olayın hem Osmanlı’da hem de Cumhuriyet’te yargı birliği açısından da büyük bir önemi vardır.
Osmanlı çağını ıskalayıp köhnemeye başladığında imparatorluk sıfatını güya korurken, bir yandan da yarı sömürgeleşme sürecine de girmişti. Öyle ki imparatorluk, toprakları üzerinde yaşayan hatta tebaası olan kimi kişileri kendi kanunlarına tabi kılamıyor, kendi mahkemelerinde yargılayamıyordu.
Bu durum iki nedenden kaynaklanıyordu: Kapitülasyonlar ile aile ve şahsın hukukunun şeriat hükümlerine tabi olması. Gerçekten, kapitülasyonların, imtiyaz sahibi ülkelere ve bunların himayesindeki kişilere tanıdığı ayrıcalıkların yanı sıra, Müslüman tebaanın aile hukuku ile ilgili alanlarda, dini hükümlere bağlı olması, azınlıklara da bu alanda kendi dinsel hükümlerine göre muamele görme ve kendi özel mahkemelerinde yargılanma ayrıcalığını sağlıyordu.
Osmanlı için olduğu kadar Patrikhane için de çok önemliydi bu durum ve Fener kendisine ayrıcalıklar tanıyan statünün değişmemesine özen gösteriyordu.
Osmanlı, yargı birliğini sağlamak için 1917 yılında, şeriye mahkemelerini şeyhülislamlıktan alarak diğer mahkemelerle birlikte Adalet Bakanlığı’na bağlıyor ve Müslüman veya gayrımüslim olmasına bakılmaksızın bütün tebaanın evlilik ve aile hukuku alanını “Hukuk-ı Aile Kararnamesi” ile herkese ortak düzenlemeye tabi tutuyordu.
Taha Akyol, “Medine’den Lozan’a” adlı yapıtında 25 Ekim 1917 tarihli bu düzenleme için “Patrikhane buna sert tepki göstermiştir. Çünkü bu şekilde azınlık mahkemeleri ortadan kaldırılmıştır. Mesele kapitülasyonlarla da ilgilidir”(s.88) diyor.

***

Azınlıkların tepkileri sonuçsuz kalmamış, Hürriyet ve İtilaf’ın iktidara gelmesiyle Hukuk-ı Aile Kararnamesi 19 Haziran 1919’da Damat Ferit hükümeti döneminde işgal kuvvetleri komiserliğinin de müdahalesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.
Lozan görüşmeleri sırasında kapitalüsyonlar ve azınlıklar konularında müzakereler çok çetin geçmiş, yeni Türkiye’nin temsilcileri en çok bu alanlarda çaba harcamak zorunda kalmışlardır. Bu tartışmalarla doğallıkla yargı bütünlüğü de gündeme gelmiştir.
Sonunda mutabık kalınan ünlü 42. madde şöyledir:
“Türk hükümeti gayrımüslim azınlıkların aile içi ve kişisel anlaşmazlıklarını kendi âdet ve dinlerine göre çözmelerine izin verecek önlemleri almayı taahhüt eder.
Bu önlemler eşit sayıda Türk hükümet temsilcisi ve söz konusu azınlıkların her birinin temsilcilerinin yer aldığı komisyonlarca ele alınacaktır. Görüş ayrılıklarında Milletler Cemiyeti Konseyi ve Türk Hükümeti aralarında anlaşarak, Avrupalı bir avukatı hakem tayin edeceklerdir...”
Görülüyor ki burada azınlıklar kişi ve aile hukuku alanlarında, kendi hukuk sistemlerine tabi olacaklardır. Ayrıca adli beyannamede belirtilen üst hakem kurumu da söz konusudur.
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, 3 Mart 1924’te Hilafet, 8 Nisan 1924’te aile ve şahsın hukuku konularına bakan “Şeriye mahkemeleri” ilga edildi. 11 Eylül 1924’te İsviçre Medeni Kanun’un tercümesi için Adalet Bakanlığı Komisyonu çalışmalara başladı. Bu arada 23 Mayıs 1925’te Adalet Bakanlığı azınlık temsilcilerinin de dahil olduğu özel karma komisyon kurdu.
Bu gelişmeler olurken, 15 Eylül 1925’te Lozan’ın 42. maddesine göre kurulan azınlık temsilcilerinden Yahudiler, yakında Meclis’te kabul edilecek, Medeni Kanun bütün anasırın haklarını güvenceye alacağından 42. maddede öngörülen haklarından vazgeçtiklerini bildirdiler, aynı içerikte bir dilekçeyi 17 Ekim’de Ermeniler ve 27 Kasım’da da Rumlar verdiler.
Türkiye’de, TC’nin hukuk alanındaki egemenliğini tam olarak sağlayan kanunların mülkiliği ve yargı birliği işte böyle sağlandı.
Müftülere nikâh kıyma yetkisi veren düzenlemeyi irdelerken bütün bunları anımsamak gerek. Yarın devam...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları