Sungu Çapan

Sıkı bir hapishane draması: ‘Yüksek Risk’

06 Haziran 2014 Cuma

Bu hafta vizyona girecek filmin modern klasikler arasında yerini alacağı şimdiden söylenebilir. 

 “Yüksek Risk”, şiddetin, baskının, dayak ve küfürün bini bir para olduğu, ürkütücü hapishane atmosferini neredeyse bire bir yansıtması kadar oyuncu performanslarıyla da iz bırakıyor. 

Bu hafta gördüğüm, epeyce zayıflamış Forest Whitaker’le vücut yapmış Orlando Bloom’un rol aldığı, Fransız yönetmen Jerome Salle imzalı, politik bir polisiye çizgisinde seyreden, Güney Afrika yapımı “Zulu-Suç Şehri”nin yanı sıra seyrettiğim “Starred Up-Yüksek Risk” de, meraklısına salık verilecek türden, İngiliz yapımı, şiddet ağırlıklı, sert ama sürükleyici bir başka sıkı hapishane draması.
Yaşamının çoğunu aile yuvası sıcaklığından, sevgiden uzakta, soğuk ıslahevlerinde geçirmiş, şiddete eğilimli, vahşi ve tehlikeli delikanlı Eric Love (Jack O’Connell), “Starred Up-Yüksek Risk”in kahramanı. Daha 19’undaki Eric, soyadının tersine, horozlanmalardan, dayılanmalardan geçilmeyen cezaevinde, kendini kanıtlamak istercesine iki mahkûmu dövüp bir gardiyanı da penisinden ısıracak kadar şiddet içeren, saldırgan davranışlar gösteren, bu nedenle yönetim açısından “yüksek risk” taşıyan, “arıza” bir genç.
Aile babalığından hiç nasibini almayıp uzun yıllarını cezaevinde harcamış, hapishane kuşu babası Neville’in (Ben Mendelsohn) de mahkûm olarak bulunduğu, bir kadın müdürün yönetimindeki bir cezaevine naklediliyor on yaşındayken yaşlı bir sübyancıyı öldürmüş Eric. İçerde ping pong, bilardo, boks filan yapmaktansa öteki psikopat mahkûmları yaralayan, buluttan nem kapan ve olay çıkarmaktan adeta memnun mesut olan, sorunlu bir psikopat. Katıldığı, öfke denetiminin de anlatıldığı grup terapiye babasının da girip diskurlar çekmesi üzerine yüzleşeceği babasıyla kavgaya tutuşan baş belası Eric’i tecrite koyan gardiyanlar, sanki intihar etmiş havası vererek onu asıyorlar ama babası tabii ki kurtarıyor oğlunu son anda.
Son on yılda “Young Adam-Tutku Nehri”, “Perfect Sense-Yeryüzündeki Son Aşk” ve “Spread” gibi filmleriyle aklımızda yer etmiş, 1966 doğumlu İskoç yönetmen David Mackenzie’nin, emekli bir cezaevi terapisti olan Jonathan Asser’in yazdığı senaryodan çektiği “Yüksek Risk”, şiddetin, baskının, dayak ve küfürün bini bir para olduğu, ürkütücü hapishane atmosferini neredeyse birebir yansıtması kadar oyuncu performanslarıyla da (özellikle Jack O’Connell’inkiyle) iz bırakıyor. Volta atılan havalandırma faslından tecrit hücresine dek ayrıntıları öne çıkaran bir mapusane belgeseli havasında başlayıp gelişen “Yüksek Risk”in özel bir alt tür olagelen cezaevi filmleri listesine girip sert, sıkı bir modern klasik olacağı şimdiden söylenebilir.

Vasat bir Western parodisi ‘Yeni Başlayanlar İçin Vahşi Batı’
1880’lerin Vahşi Batı’sında, bizim Kapadokya’yı çağrıştıran, benzersiz Büyük Kanyon’uyla tanınan Arizona’nın ıssız bir kasabasında, yaşlı ve aksi anne- babasıyla birlikte yaşayan Albert (Seth MacFarlane) iyi niyetli ama hımbıl ve beceriksiz bir koyun çobanıdır.
Filmin başında sevgilisi Louise (Amanda Seyfried) tarafından terk edilen, kasabanın salağı ama çenesi kuvvetli Albert, hâlâ sevdalı olduğu fingirdek Louise’in, bıyık bakımı uzmanı, metroseksüel Foy’la (Neil Patrick Harris), gözünün önünde mercimeği fırına verişini sineye çekiyor mecburen. Albert’in cinsellikten bihaber, bakir arkadaşı da (Giovanni Ribisi), genelevde çalışan, inançlı hayat kadını Ruth’la (Sarah Silverman) evlenmeyi kuruyor. Derken kasabaya gelen, yörenin en korkulan hırsız-katili, gaddar silahşör Clinch’in (Liam Neeson) de karısı olan ama kocasından ve Vahşi Batı’dan nefret eden güzel Anna’nın (Charlize Theron) Albert’e silah kullanmayı (ve başka şeyleri de tabii) öğrettiği, gitgide belden aşağı çalışan, kokulu bir tuvalet mizahının öne çıktığı “A Million Ways To Die in the West-Yeni Başlayanlar İçin Vahşi Batı”, Clinch’in de çetesiyle birlikte kasabaya gelişiyle, tahmin edilesi, bildik bir mutlu sona doğru dümen kırıyor, Kızılderili şef Cochise’den aldığı, bir kabileye yetecek miktardaki “kafa yapıcı”yla yoğun sanrı ve hayallere daldığı, uzun bir asit tribe giren Albert’imiz, Clint Eastwood’dan esinlenilmişe benzeyen kötü adam Clinch’i haklıyor finalde.
Çeşitli popüler filmler ve dizilerle (göndermeler yaparak) dalgasını geçen animasyon şovlarıyla ünlenen, “Family Guy”, “American Dad” gibi sit-com’ların yaratıcısı, 1973 doğumlu, Amerikalı animatör, yazar, oyuncu, seslendirmeci, şarkıcı ve yapımcıyönetmen Seth MacFarlane’ın “Teddy Bear”dan (2012) sonra Alec Sulkin’le senaryosunu yazıp yönetmenliği ve başrolünü de üstlendiği yeni filmi “A Million Ways To Die in the West”, kokulu ve edepsizce bir tuvalet mizahının öne çıktığı, beylik bir Western parodisi.
Katıla katıla güldürmese de yer yer küçük küçük gülümsetmeyi başaran film, düello, tren, panayır, fotoğraf çekimi vb. gibi bildik durumlardan silahşör, yaşlı (köpekli) altın arayıcı, hayat kadını vb. gibi malum tiplere kadar Western türünün belli başlı öğelerini içeren, çeşitli göndermelere, anıştırmalara başvurarak seyirci ilgisini diri tutmaya çalışan, diyalog ağırlıklı, yer yer abartıya da kapı açan, grotesk bir eğlencelik izlenimi veriyor. Edepsizce bir mizah yaklaşımıyla tezgâhlanmış, antoloji tadındaki bu Western parodisi doğrusu bize pek umduğumuzu veremese de türün meraklısına hoşça vakit geçirtebilir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları