Hikmet Çetinkaya

İhanet...

13 Ağustos 2017 Pazar

Geceydi, üşüyordun...
Kirpiklerin yeni uykudan uyanmış gibiydi...
Gökten inmiş gövdeler çevrende dolaşıyordu. Allen Ginsberg’ün acılı karanlığında, sanki Can Yücel’in çoğul türkülerini söylüyordun... Uzun uzun seyrettim seni Rosa!..
Burnuna dokundum, alnına, altın sarısına çalan saçlarına, pembe yanaklarına!..
Bir an “Elimden tut, düşeceğim” dedim, tıpkı Attilâ İlhan’ın yağmur kaçağı gibi...
Yoksa yıldızlar düşecekti, yağmur beni götürecekti adsız kentlere...
Düş kurdum gecenin o saatinde...
Eski anı defterlerini karıştırdım...
Yağmurlu bir pazar gününü düşündüm, yıllar önce seyrettiğim bir filmi tekrar gördüm...
Hani kimi kaçışlar vardır, kimi zamansız bekleyişler... İklimleri bile alıp götürürler hayatımızdan; hani mor menekşeler, kırmızı güller vardır hüzün devşirirler kendi topraklarından...
Durgun suları düşündüm, balıkçıl kuşlarının kanatlarında bozkır yalnızlığının içine düştüm... .
Bir kadın ve bir erkek, tohumların büyüdüğünü gören, iyiliğe doğru koşarlarken yürekleri hiç böyle susamamıştı özgürlüğe, ben bunu çok iyi anlıyordum...
Kendini rüzgârlara bırakmış, ışıklarla rotaları çizili bir koca gemiye binmiş giden, biz miydik?
Artık ayrılmak gerekiyordu yaşımız ne olursa olsun!..
Dünyaları yıkmaya, ormanları yakmaya gelmiştik!..
Olmadı, yapamadık!..
Aklımız değil, hırsımız öne çıktı!..
Biliyorduk ki inatçıydık...
Umut toplayan çocuklar denizinde güneşin ölgün ışıklarıyla avunduk, Philip Larkin’in hece yüzünü, şarkı notalarını demir aldığımız limanlarda unuttuk...
İhaneti de gördük, acıyı da!..
Sonunda Özdemir Asaf’ın Lavinia’sında karar kaldık:
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.

***

Tıpkı Cahit Külebi gibi buz gibi havayı çekiyorsun içine... Sarıyer’de tam balıkçıların karşısında, o şirin kahvede sabah kahvaltısı yapıyorsun...
Kış güneşi ısıtıyor seni!.. Gözlerinin içi gülüyor!.. Az ötede deniz!..
Ben seni seyrediyorum Ro sa!..
Sokaklar soğuk, evler soğuk!..
Otobüs bir türlü gelmiyor, insanlar yanımdan koşar adım geçiyor...
İnanır mısın kızlar daha güzel oluyor üşürken!.. O anda nedense Oktay Rifat geliyor aklıma...
Kör bir uykunun kapağını açıyorum birden...
Bütün güvercinleri salıveriyorum, soyunuveriyor mevsimler birdenbire...
O saatlerde bir kadın, bir erkeğe şöyle sesleniyor:
“Biliyor musun avcunun içinden kayıp gidiyorum!..”
Erkek türlü senaryolar kuruyor Rosa, tıpkı senin kurduğun gibi!..
Yalnız uyumak istiyor birileri aşk kalabalığı içinde; oysa bir zamanlar tek başına sevişmişti, denizlerce derin yastığında...
Bir başka masada bir kadın, Dylan Thomas’ı okuyor...
Denize doğru koşuyor gençler!..
Açmamış çiçekler, alacakaranlık gözler, umut toplayan çocuklar!..
Biz kimiz, neredeyiz?..
Neden böyle olduk, neden kopardık o ipi?..
Yoksa yarın başka bir gün mü olacak Rosa!..
Ne demiştim:
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal!

***

Gözlerini açtın, gülümsedin önce...
Dünyaları yıkmaya, ormanları yakmaya hazırdım...
Elimi başına koydum, yanağına bir öpücük kondurdum...
Sıcak soluğun yüzüme değdi...
Gözlerin gözlerimde, dudakların ıslaktı.
Bir ak bulut üstümüzde dolaşıyordu...
Hüzünler çoğalmış, umut toplayan çocuklar kaybolmuştu.,.
Artık yağmurda, o sıcak soğuk dakikalarda Huerta’nın alacakaranlığın sesiyle irkiliyoruz, yıldızsız bir gökyüzünde rüzgâra anlatıyoruz öpüşlerimizi!..
Ne diyorsun Rosa?

Yoksa tutkuyla gelip tutkuyla mı kaçıp gidiyoruz bir bilinmeyene doğru?
Konuşsana yabangülü Rosa!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları